8

5.5K 641 390
                                    

Selaaaam, nasılsınız bakalım? Diğer bölümü sevdiniz mi🫣 Yine bol bol yorum bekliyorum. Oy sınırı yok ama oy vermemizlik etmeyin. Yeterli etkileşim gelince diğer bölümü paylaşırım. Kendinize iyi bakın💛

Not: LDE'nin özel bölümlerinden haberdar olmayan okuyucular varsa burada şayet koşup gidip okusun benden söylemesi🥰

***

8. Bölüm: Ona çoktan yenildiğimden bir haberdi.

Ofisteki işlerimi Yeonjun'a ve yönetim kurulundaki birkaç yalakaya yıktıktan sonra babamın bana tek hediyesi olan ve epey ses çıkaran bir canavarı andıran Harley-Davidson marka motoruma ataklayarak Gangnam'ın tenha caddelerinde aldım soluğu. Günün erken saatleri olduğu için çok fazla insan yoktu. Lüks markaların vitrinlerine bakan birkaç omega ve starbucks kuyruğunda canını vermeye hazır beyaz yakalı çalışanların yanından tozu dumanı katarak geçtim. Birkaç dakika içinde kimsesiz çocuklar vakfına ait olan, geleneksel kore mimarisine benzeyecek şekilde inşa edilmiş, iki katlı ve bahçeli yapıya ulaşmıştım.

Bir ebeveyne sahip olmama rağmen kendimi de kimsesiz büyüyen o şanssız çocuklardan biri olarak görmüştüm uzun süre. Annemi kaybettikten ve babamın tüm dünyasını Daegu'da liderliğini üstlendiği çete kapladıktan sonra kendi kendime hayatta kalmanın bir yolunu bulmuştum nihayetinde. Arka sokaklar, küçük çeteler için işlediğim küçük suçlar ve kaçınılmaz bir şekilde ıslahevlerinden ibaret olan çocukluğum on altı yaşıma kadar sürmüş, on altıma ayak bastıktan sonra ise Seul'e gelerek merkezdeki şaşalı hayatın büyüsüne kapılmadan önce kendimi Itaewon'da bulmuştum. İlk gecem korkunçtu. Çetelerin cirit attığı ve herkesin bir köşe başını mesken tuttuğu sokaklarda yanında yatıp zıbarabileceğim bir çöp konteynırı bile bulamamıştım çünkü tek kelimeyle her yer sahipliydi.

Uyuz bir sokak köpeği gibi gibi hor görülüp, itilip kakıldıktan sonra bir de tüm bunlar yetmezmiş gibi Machii denilen bir çete liderine ait arabanın altında kalıyordum neredeyse. Machii ellili yaşlarının başlarında, Japon kökenli, gaddar ve acımasız bir adamdı. İster şans deyin ister kader o gün beni arabasına alarak hayatımın yönünü değiştiren de oydu. Kısa sürede Machii'nin eli kolu olmakla kalmamış, çoğu şeyde akıl danıştığı ve üç bin kişilik tebaasını zengin edecek tehlikeli operasyonları yöneten bir numaralı adamı olmuştum. On dokuz yaşına geldiğimde Min Yoongi ismi Itaewon'daki insanların fısıldamaya bile korktuğu bir efsane haline gelmişti.

Yeonjun'la tanışmam da aşağı yukarı bu dönemlere denk geliyordu. Yüklü miktarda para kaldırdığımız bir soygundan sonra Machii'nin cömertliği tutmuş, kendince beni ve iki alfayı daha ödüllendirmek için zevk evlerinden birine götürmüştü. Banliyölerde bastırıcı kullanımı merkezin aksine daha az yaygın olduğundan kurdumu zehirlemek yerine irademe sahip çıkmayı öğrenmiştim ve kızgınlıklarım da dahil olmak üzere hiçbir omegayla fiziksel yakınlığım olmamıştı. O gece Yeonjun beni eğlendirmesi için odama gönderilen omegaydı ve daha kapıdan içeri girer girmez hıçkırarak ağlamaya başlamıştı. Henüz on altı yaşında, ailesinden koparılıp, bu korkunç dünyanın içine atılan binlerce omegadan yalnızca biriydi. Ona elimi bile sürmemiştim. Yeonjun'un ağlayıp sızlanarak yaşadığı korkunç şeyleri anlattığı o garip geceden birkaç ay sonra ise kontratını satın alarak Machii'nin ve yaptığım şeyi asla anlamlandıramayan diğer arkadaşlarımın itirazlarına rağmen onu yanıma almıştım.

Yıllarca sürecek olan dostluğumuz böyle başlamıştı. Yeonjun, benim için hiç sahip olamadığım o aile gibiydi. Dostum, sırdaşım ve her şeyden önce küçük kardeşimdi. Köpek gibi çalışmış, düşe kalka, tırnaklarımla kazıyarak bugünlere gelmiştim ve o, her daim yanımda olmuştu. Yaralı yerinizi kime göstereceğinizi çok iyi seçmeliydiniz. Yeonjun için bu kişi bendim ve benim için de kaçınılmaz bir şekilde o olmuştu.

oxytocin : yoonminWhere stories live. Discover now