18

5.8K 569 715
                                    

Selaaaam, nasılsınız?

Yetiştirebilirim sanırken bir anda yetiştiremeyeceğimi fark edip panik içinde yazdığım bölüme hoş geldiniz djdjdj Hala bekleyenler vardır diyerekten saatin geç olmasını umursamadan paylaşayım dedim. Hem sözümü de tutmamış olmayayım. Gelecek bölüm düğünümüz var galiba ya çok heyecanlıyım o yüzden dkdjdj

Yorumlarınızı bekliyorum. Kendinize iyi bakın🤍

Bu bölüm @swnightx 'e adanmıştır🌸

***

18. Bölüm: İsteklerimi karşılamak seni mutlu etmiyor mu yoksa?

Aşkın bana göre olduğunu hiçbir zaman düşünmemiştim.

Aşık olmak benim gibi hayata oldukça zor bir başlangıç yapan ve sonrasında yaşamak için türlü yollara başvurmak zorunda kalan bir adama göre değildi. Hayatım boyunca buna inanmış ve buna göre yaşamıştım. Sun Hee'yi tanıyıp, önce kalbime, sonra hayatıma, en sonunda da yatağıma girmesine izin verdiğimde bile ona aşık olmadığımı biliyordum. Tabii onun da bana. Biz karşılıklı çıkarları olan ve birbirinden seksüel anlamda etkilenen iki insandık sadece. Öpüşlerimizde şefkat yerine şehvet, dokunuşlarımız da ürkek ve çaresiz aşıkların çekingeliği yerine cüretkarlık vardı. İkimiz de suçlu zevklerimiz için birbirimizi kurban edecek kadar bencil ve toyduk. Sun Hee'nin bir alfa tarafından korunuup kollanma ihtiyacıyla benim yalnızlığımı birileriyle paylaşma arzum ikimizi bir araya getiren yegane şey olmuştu.

Oysa Jimin ile her şey bambaşkaydı.

Sevişmek bile.

Demek insan aşık olunca böyle oluyormuş dedirtiyordu. Demek bir an için dokunmaya bile kıyamam zannederken bir an sonra dokunamazsan öleceğini düşünmek böyle bir şeydi.

Yumuşak tenine, tatlı kokusuna, ılık soluklarına ve birer mücevher gibi parlayan, güzel ve sıcacık gözlerine dayanamıyordum. Onu her gün biraz daha fazla sevmeme neden olan bir şey vardı gözlerinde. Daha önce kimsede göremediğim, arasam da bulamayacağım bir şey. Belki sihir, belki tanrının lütfu ya da belki de sadece şanstı ama ona sahip olamazsam ve kendi varlığımı da ona adayamazsam yok olup gideceğimi düşündüğüm uzun ve çaresiz günlerin ardından nihayet kollarımdaydı. Tüm endişelerimin boşa olduğunu anlıyordum artık. Jimin, hemen yanımda uzanmış, aralık dudakları ile bir bebek gibi iç çekerek uyurken parmaklarımı yastığın üzerine dağılan saçlarının üzerine gezdirerek gözümü bile kırpmadan onu izliyordum.

Nasıl da güzeldi!

Ben ona dokunduktan sonra daha da güzelleşmişti sanki.

Kendime engel olamadan feromon salgılamaya başladığımda Jimin de yattığı yerde kıpırdanarak yorganın altındaki bedenini bana doğru çevirdi ve tombul yanağını yastığa yaslayarak uyumaya devam ederken ağzını şapırdattı sevimli bir sesle. Neredeyse eriyip gidecektim. Sadece onu izlerken bile kalbimin göğsüme eziyet ederek hızlanan ritmine aldırmadan yanağına dokundum bu sefer de. Teni sıcak ve yumuşacıktı. Pürüzsüz dokusunu parmaklarımın ucunda hissetmek dişlerimi sıkıca birbirine kenetlememe neden oluyordu çünkü aksi halde bir ısırık almak için dişlerimi tenine geçirebilirdim.

"Güzelim," dedim kısık sesle. "Uyanman gerek."

Hiç istemesem de bütün günü uyuyarak geçirdiğimiz için çoktan geç kalmıştık ve Jimin'in babası birkaç kez arayarak nerede olduğumuzu, neden geç kaldığımızı sormuştu. Korkulacak bir şey olmadığını söyleyerek içini rahatlamıştım ama Seul'e döndüğümüzde ciddi bir konuşma yapmamız gerekecekti. Düğünü erkene almalıydık. Hatta öyle ki üç gün içinde Deoksusung Sarayı'nın hazır olması için gereken herkesi aramış, bolca para ve korku saçarak işleri hızlandırmıştım. Geriye bir tek Park Minho'yu ikna etmek kalmıştı.

oxytocin : yoonminजहाँ कहानियाँ रहती हैं। अभी खोजें