41.BÖLÜM: Yargılanma

951 94 14
                                    

Artık günaşırı gördüğüm benzer kabuslardan birinden uyandığımda sabah olmuştu. Bu durumda olmak beni rahatsız ediyordu. Her gece rahat uyuyabilmek ve kabus görmemek umuduyla Maira'ya bitki çayları hazırlatıyordum ama pek işe yaradığını söyleyemezdim.

Tahta çıkalı yaklaşık altı ay olmuştu. Bu altı ayda birçok yeni karar almıştım. Ülkemde bir düzen kurmuştum. Günlerim hızla geçiyordu. Arada halkın arasına karışıp onlardan biri gibi dertlerini dinliyordum. Ticaretle uğraşan esnaflara sağladığım katkılarla halk şimdiden refah düzeyine ulaşmıştı. Yoksul kişileri tespit ediyor, onlara da yardımcı oluyordum. Hazine diğer ülkelerle yaptığım anlaşmalar ve elde ettiğim vergilerle neredeyse dolmuştu.

Nedimelerin yastıklar üzerinde tuttuğu mücevherleri seçerek Agnes'in kolyeyi boynuma takmasına izin verdim. Ardından yüzüklerimi de parmaklarıma taktı.

"Hazırlıklara başladınız mı?"

Başını salladı. "Evet kraliçem. Küçük Arşidük için ısmarladığınız hediyeler de bu sabah saraya geldiler."

Aldous'a Milo'nun babası olup olmadığını sorduğumda şaşırmış ve duraksamıştı. Ardından elbette onun babası olduğunu, Milo'nun konuşulanları yanlış anladığını, henüz küçük olduğu için aklının bazı şeylere yetmediğini söylemişti. Aklımda şüpheler olsa da kısa zamanda ona gerçekten evladı gibi davrandığını fark edip şüphelerimden arınmıştım.

Percival ise... Onunla bir türlü eskisi gibi olamıyorduk. Kraliçe olmam sanki olabilirmiş gibi aramızı daha çok açmıştı. Zaten onu lord ilan etmem sonucu fazlasıyla görevleriyle alakadar olmaya başlamıştı. Haftanın birkaç günü danışman konseyine katılmak dışında saraya gelmiyordu. Toplantılar yapıldıktan sonra bahçede Agnes ile yürüyor, kahkahalarla sohbet ediyorlardı. Onları uzaktan dudaklarımdaki buruk gülümsemeyle izlemekten başka yapabileceğim bir şey olmuyordu.

Agnes'in boynundaki zarif kolyeye kaydı gözlerim. "Bunu sana Percival mı verdi?"

Utanarak başını eğdi. "Evet kraliçem."

Yutkunarak başımı salladım. Ardından odamdan çıkarak aşağı indim. Önüne geldiğim odanın içine girdiğimde çocuğun henüz uyumakta olduğunu görüp gülümsedim. Yanına yaklaşıp yatağın köşesine oturdum. Aldous ile bazen geç saatlere kadar çalışıyorduk. O zamanlarda Milo'yu kaleye göndermek yerine burada kalmasının daha iyi olacağını söylüyordum. O da çocuğu uykusundan mahrum bırakmamak için bu isteğimi kabul ediyordu.

Açık kumral saçları annesine de babasına da çekmemişti. Saçları uzamıştı. Rosetta mavi gözlere sahip olsa da Milo'nun göz rengi benimkine daha yakındı. Vaftiz ailesi olmadığını öğrendiğimde Rosetta'dan rica etmiş vaftiz annesi olmak istediğimi söylemiştim. Ona tarif edemeyeceğim bir şekilde bağlanmıştım. Gördüğüm en harika çocuktu. Beni kendine hayran bırakıyordu. Aldous arada bizim yakınlığımızı kıskanıyor gibi davranıp bizi güldürüyordu. Milo ile aralarında bir sorun kalmamıştı. Gerçek bir baba oğul olmuşlardı. Bayan Jehanna erkeklerin duygusal konularda zorlandıklarından bahsetmiş, onların zamanla gerçek bir bağ kuracaklarını söylemişti bana. Öyle de olmuştu.

"Milo, uyan artık," diyerek saçlarını okşamaya başladım.

Yerinde kıpırdanarak gözlerini hafifçe araladı ve beni görünce gülümsedi. "Hala?"

Ve bir de vaftiz annesi olduğumdan beri bana hala demeye başlamıştı. Küçücük çocuğun bana kraliçem demesini gereksiz bulmuştum. Büyüdükçe bana hitabı zaten değişecekti. Babasının yakını olduğumdan bana hala demesi daha uygundu. Yine de bana her hala dediğinde içim burkuluyordu. Ağabeyim ve kardeşim bir aile kuramadan kurbanım olmuşlardı. Keşke her şey daha farklı olabilseydi. En az Milo'ya olan sevgim gibi öz yeğenlerimi de severdim.

GAYRİMEŞRU PRENSESHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin