𓅓2

76 4 2
                                    

"Jungkook, sana önemli birşey söylemek istiyorum."
Evet ben Jeon Jungkook, tam 20 yaşındayım. Küçüklüğümden beri bu mağarada büyümüş olan ve dış dünyayla hiçbir iletişimi bulunmayam birisiyim.

"Ne oldu?"
Yüzünde duru bir gülümseme bulunan adam, gözlerinin altına mavi irili ufaklı boncuklar yerleştirmişdi. Tıpkı bir su gibiydi..
Elindeki kurutulmuş çileği bırakarak tekrardan neşe saçan sesiyle konuştu.
"Buradan çıkmanın bir yolunu biliyorum."
"Bunu yapmana gerek yok. Kendimi evimde gibi hissediyorum."
"Zaten öyle olduğunu biliyorum, gidecek yerinin olmadığını da. Sadece seninle ormanda biraz vakit geçirmek istemiştim."
"Nasıl yapacaksın bunu?"
"Nasıl yapacağımı bilmem ama sevgilime yardım etmem gerektiğini düşünüyorum!"
5 yıldan fazla yanımda olan bu adam, her durumda pozitif kalabiliyordu. Kim Taehyung bana eskiden kankam olan çocuğu hatırlatıyordu, yüz hatları ve ifadesi aynıydı. Farklı olan şey ise Taehyung'un gerçekten var olurken o küçük çocuğun benim hayalim olmasıydı. Bir bakıma hayalini kurduğum ve kanka olduğum çocuk, gelecekte büyümüş ve yine beni bulmuştu.
Küçük çocuk nehire düşüp boğulduğundan beri pişmanlık duyar ve ona kendi hayalim derdim.
Karşıma Kim Taehyung olarak çıkınca ise çok şaşırmış ve karmaşıklığa bürünmüştüm.

Kim Taehyung, su gibi göründüğü kadar su ile ilgiliydi de. O gerçekten suyun ta kendisiydi çünkü..
İstediği şekilde suyla irtibat kurabiliyor ve yönetebiliyordu, yanındaki nehiri bile harekete geçirecek güce sahipti. Ellerini birbirine sürterek arasında bir ışık oluşmasını sağlamıştı, oluşan mavi ışığa bakarken gözlerim parıldıyor ve olmadığı kadar açılıyordu. İlk defa böyle birşey görüyordum, ve bu saf parıltıya ilk defa şahit oluyordum. Işık gittikçe büyüyünce Tae ellerini demirlere doğru uzatmıştı ve sakince ağzından şu sözler çıkmıştı.
"Gözlerini kapat ve arkana dön."
Dediği şeyi yapmak istedim ve gözlerimi kapatarak karanlığa döndüm. Aradan bir süre geçince kulaklarımda demir sesi yankılandı.
Meraklanıp o tarafa döndüğümde ısınan ve parçalanan demirleri farkettim. Onların karşısında ise gücünün neredeyse tamamını kullanan Taehyung'u...

Adamın ellerindeki ışık zayıflamış ve nefes alışları yavaşlamıştı. Yanakları kıpkırmızı olmuş, bir anda solmuştu.
Demirleri geçip Taehyung'u n yanına geldiğigimde yaptığım ilk şey o yerde çömelir bir şekilde dururken ona sarılmak olmuştu. Sarılmamla birlikte kalbinin rahatladığını hissettim ve kendini bana bıraktı.
Gözlerimi nehire çevirerek ona hitaben konuştum.
"Gücünü farklı şekillerde kullandığını ilk defa görüyorum."
"Biz orman çocuğuyuz Jungkook. Burası bizim ormanımız."
Adam doğrularak cebinden bir kutu çıkardı, bu kutu siyahtı ve kadife bir görüntüsü vardı. İnce kutuyu açtığında içinden bir tane kolye çıkıvermişti. Kolyeyi alıp ikiye ayırdı ve beyaz olanı kendine, siyah olanı bana verdi. Avucumun içine koyduğu kolyeye takılı kaldım ve uzunca inceledim.
"Bu ömür boyu senin olsun. Umarım gücünü keşfedeceksin."
"Kaçıncı yüzyıl burası Taehyung? Güçlerimizin olması düşündükçe garip gözükse de neden bunu kabulleniyorum?"
"Silla Krallığındayız Jungkook. Ailem soylu bir gelin buldu benim için."
Gözleri derinleşen ve başı eğik bir şekilde konuşan adam yüzünün tekrar bana çevirerek gülümsedi.
"Ama seninle bu ormana kaçabilmeyi umdum. Kral senin sınıfını düşürdüğünden beri aynı konumda değiliz, aileme bunu açıklayamıyorum."
"Keşke seninle başka bir bedende yaşasaydım Taehyung..."
Konuşmamızın devamı gelmediğinde kulağımıza nehirin sesi doluyordu. Bu umut verici ormanda umudu tükenen tek kişi bizdik, kimsenin girmediği ve bilmediği bir yerdi burası. Cezam buydu, insanlardan uzak kapalı bir kapanda tutulmak istendim ölene dek. Bunu garipsemiyordum, etrafta neler olup bittiğini bile bilmezken kendim hakkında nasıl endişe duyabilirdim ki?

~

"Aranıyor, Jeon Jungkook..."
Kaçıyordum, sokakta beni tanıyanlar selam veriyordu. Üstümdeki siyah hanbokla ölümüne koşuyor ve saklanıyordum. Kılıcım kadar keskindi bakışlarım, sonunda durarak nefeslendim.
Başımı yanıma döndüğümde nişanlımı görmem çok uzun sürmemişti.
"Tatlım! Gelmişsin."
"Hiç kimseye benden bahsetmediğini biliyorum."
Yüzüme alaycı bir gülümseme koyup nişanlımın yanına gitmiş ve belinden tutmuştum. Suratını incelerken anında daha önce hiç bilmediğim bir duygu hissetmeye başlamıştım. Yüzü gözümde karalanıyor, ve başımı döndürüyordu. Gitgide şeytan suretine bürünen kadından uzaklaşıp gözlerimi kapatmıştım. Düşüncelerim ve bulunduğum yer kafamda bulandıkça sendelemiş ve yere düşmüştüm.
Gözlerimi açıp herşeyi seyretmek istediğimde nişanlım elini parmağına uzatmış ve takılan yüzüğü yavaşça çıkarıyordu. Yüzük parmağından ayrıldığında sert bir hareketle onu yere fırlattı ve kaybetti. Yüzünü görememiştim, ki bu onu son görüşüm olmuştu.
Uyandığımda kendimi bir odada bulmuştum, garip bir hisle kalkarak aynaya baktım. Bu bendim, Jeon Jungkook. Fakat belimdeki kılıcın ve üstümdeki kıyafetlerin ne anlama geldiğini çıkartamıyordum. Şimdi tamamen safdım, günahlarımdan ve düşüncelerimden arınmış bir şekilde tekrar kendimi görüyordum. Zihnim bulanmış ve kısmi hafıza kaybı yaşamıştım o zaman..

Odama dalan saray askerleri kolumdan tutup götürdüklerinde tek kelime edememiş ve direnmemiştim. Kılıcımı çekmem için bir sebep bulamıyordum kendimde, eskiden ne iş yaptığımı bilemiyordum. Evden çıkarken kapının önünde bir kadın duruyordu. Bu kişinin nişanlım olduğunu farketmiştim, benim yerimi söyleyerek askerlere teslim edenin o olduğunu da, yüzüğünü atananın o olduğunu da. Fakat işin garibi ona ne kızgındım, ne de üzgündüm. Ona karşı sevgim ve duygularım yok oluvermişti birden gözümde yabancı birine dönüşürken. Gerçekten, benim nişanlım kimdi?

Bir ormana getirildiğimde mağaranın içine atılmıştım. Geceleri uyumaya çalışırken fareler ve böcekler uykumu bölüyordu. Karşımdaki duvara bakakalmış ve kim olduğumu sorguluyordum. O gece parlak bir ışık gördüğümde sağıma döndüm ve bir kuşla karşılaştım. Kuş göz alıcı bir şekildeydi ve bana sinirli halde bakıyordu, o zaman anlamıştım burasının onun yeri olduğunu.
Zamanla ona "Anzer" ismini takmıştım ve o da kendi ismini biliyordu...

Sabah uyandığımda kendimi hiç olmadığım kıyafetlerimle bulmuştum. Üzerimde gri uzun kollu bir üst, altımda ise dar siyah bir pantolon. Saçım kısa ve siyahtı, ne şapka takıyordum ne de band. Sanki gelecekten geliyor gibiydim..

~

"Adam tüm gününü eğlenceyle geçirirmiş. Jeon Jungkook aranan birisiymiş, bazılarına göre kahraman bazılarına ise suikastçı olan adam. Halk arasında kahraman olarak görülüyor ve kılıcıyla ünlü oluyor. Kral ise onu suikastçı olarak görüyor, sonra aniden ortadan kayboluyor ve kahraman ismini toprağa gömüyorlar."
"Jeon Jungkook benim."
"Evet, sensin."
"Kahraman olup olmadığımı bile bilmiyordum Taehyung. Şimdi hiçbir değerim kalmamıştır değil mi?"
"Olanların üzerinden 20 yıl geçti Jungkook. Silla krallığı seni unutalı çok oldu."
"Kaç yaşında oldun?"
"19"
"Bu kadar yıl boyunca yaşlanmıyoruz. Gerçekten var olan biryerde yaşadığımızı mı düşünüyorsun? Benim 20 yıl önce kaybolan kahraman olduğumdan bahsetsem deli damgası vuracaklarına eminim."
"Biz farklıyız. Silla'da prensesler yaşlanma karşıtı kremler kullanıp günlük bakım yaptırıyorlar. 20 yıldan fazla yaşadığımı söylesem bana inanmazlar. Ben, hayali bir dünyada olduğumuzu düşünüyorum Jungkook."
"Olumlu yanından bakarsak genç kalıyoruz."
"Bu durumu yaşayan sadece biziz. Yaşlanmayan ve güçleri olan tek insanlar."

Devam edecek...

Tuhaf Tutsak {Taekook}Where stories live. Discover now