𓅓 3

24 4 0
                                    

"Jungkook, gel kaçalım."
"Nereye Taehyung?"
"Uzaklara"
Gözlerimi açıp kapadığımda üstümde siyah hanbok'um ve başımda da saçıma taktığım toka bulunuyordu. Saçlarım uzundu ve yarısı açık yarısı ise bağlı şekildeydi. Kollarımdan uzanan ve geniş olan hanbok'un etekleri katman katman dağılıyordu. Eski halime döndüğümü anladığımda yüzüme bir gülümseme kondurarak en yakın dostumu çağırdım. Kolumu durması için tuttuğumda, büyük heybetli kuş aniden çıkıverip oraya kondu.

"Anzer"
Kuş kolumdan uçup gittikten sonra Taehyung'a döndüm ve ellerimizi birleştirip koşmaya başladık. Oldukça uzağa gitmek istiyorduk, bu tutsaklıktan kurtulmak istiyordum.
Yaşadığımız dünya garip bir yerdi, yaş ve zaman farkı vardı. Aynı insanlarla aynı dönemlerde bulunsak bile bizde olağanüstü olan durumlar bulunuyordu ve bunlar artık bizim doğamız haline gelmişti. İşte bu yüzden belki de toplumdan ayrışıp bu bilinmeyen ormana sahip olmuştuk.

Koşarken dümdüz bir araziye çıktık ve devam ettik. Fakat kötü bir hisle aniden durdum. Durmamla birlikte Taehyung da sendeledi ve anlamaz bir halde bana doğru döndü. Bu kötü his gitgide sancıya dönmeye başladığında kalbime bir bıçağın saplandığını sanmıştım. Çektiğim ani acıyla elimi göğsüme bastırdığımda Taehyung'un elini tutan elim titriyordu. Hala başımızda neler döndüğünü bilmiyordum, bu hastalığa karşı insanların vereceği tepkiler bile garip olabilirdi.

Herşeyin garip ve dengesiz olduğu bir dünyada insanlar farketmese de garip davranabilirler ve bu onların normali olabilir.

Kalbimin sancısını unutup başımdaki sarsıntıya odaklanmıştım, bedenim buna dayanamadığı için diz çöküp kendimi ayıltmaya çalışıyordum. Aslında başımdaki sarsıntı hafıza kaybı yüzünden değil, sırtımdaki ok yüzündendi. Kanayan bedenimdeki acıyı hissettiğimde herşey gözümün önünde belirmişti ve film şeridi gibi geçip gitmişti. Taehyungu'a bakmak istediğimde ise endişeli gözüküyordu ve yanıma çömelmiş bana bağırıyordu. Gözlerinin dolmuş olduğunu farketmiştim, yaklaşarak bana sarıldığında kalbinin ritmini duydum; çok hızlıydı..

"Ölme"
Dediği şey kulağımda yankılandığında bir anda herşeyi hatırladım ve yaram gözümün önüne geldi. Şimdi ben, sevdiğim adamla kaçarken yakalanıp öldürülüyor olamazdım. Bunun olmasına izin vermek istemesem de bu evrende yaşananlar benim elimde değildi. Taehyung bana hep keşfedeceğim bir gücüm olduğunu söylerdi, söylediği şeye zaman zaman inanır zaman zaman kızardım.
İçten içe inandığım bu gücün gelmesi için son duamı ederken hayal kırıklığına uğramaktan korkuyordum. Eğer bu güç ben ölürken bile gelmeyecekse, var olan bir gücüm olduğuna inanmak saçmaydı..

~

Nehirin yanında otururken suyun bu kadar hızlı aktığına ilk defa şahit olmuştum. 'Kim' yanımda bulunuyordu, fakat yanımdaki boşluğu hissedip döndüğümde artık orada değildi. Ayağa kalktım ve heryerde onu aradım, aradıkça bir mağaraya denk geldim. Bu mağara karanlıktı, inceledikten sonra kendimi oradan uzaklaştırarak arkadaşımı aramaya devam ettim.
Arkamı bir daha kontrol ettiğimde bomboştu, tekrar önümü dönerek nehire dönecekken sırtımı bir parmak dürttü. Tekrar arkamı döndüğümde arkadaşımı bulmuştum sonunda. Çok sevinmiştim, koşarak ona sarılmama rağmen onda hiçbir tepki yoktu. Karşısına geçerek güldüm ve elini tutarak beraberimde sürükledim. Tekrardan nehire geldiğimizde oturdum ve suyu seyrettim.
"Bu zamana kadar adını söylemedin."
"İsmim yok."
"Nasıl, isimsiz misin?.."
Ne kadar onu çok tanımasam ve bir ismi olmasa da, iç sesim onun en iyi kankam olduğunu söylüyordu bana. İstediğim zaman oyun oynadığım ve anında kaybolan arkadaşımın benim için bir kader olacağını düşündüren bir his vardı içimde.

Nehiri seyrederken onun fazla yaklaştığını farkettim, su toprağı ıslattığından çamur olmuş ve onun ayaklarının altında çamur vardı. Kalkmak isterken kayıverip akan suyun içine düştü, uzattığım eli ise yakalayamadı. O, Taehyungu'a çok benzese ve soyadı aynı olsa bile suya hükmedemiyordu. Güçleri yoktu, sadece içten bir kankamdı benim. O gün suyun içinde çırpınıp dururken suya atlayıp onu kurtarmayı ummuştum. Islanırken onun yardım çığlıkları kulağıma geliyordu, tam yanına varacakken garip bir şekilde aniden gözümün önünden kayboldu. Tüm suyun içinde çırpınarak onu aradım, sesi hala geliyordu fakat kendisi yoktu.

Bu dünya karmaşıktı, olağanüstü olaylar olup bitiyordu. Kimin ne ve nasıl birşey olduğu anlaşılmıyordu, ya da sadece bu kural ormanda geçerliydi. Saraya gittiğinizde Kral yaşlanmış ve zaman kavramı normaldi. Bize anlamsız gelen şey isterse dünya, isterse orman olsun, biz yine de bunu tam olarak kavrayamayacaktık.

O günden sonra, 'X' ismini verdiğim isimsiz arkadaşımı birdaha görmedim.

~

Acı veren bir sırt ağrısıyla uyandığımda ilk isim etrafıma göz atmak oldu. Cennette miydim?

Bulunduğum bir oda vardı ve rahat bir kanepede yatıyordum. Karşımdaki kanepede ise 5 kişi oturuyor sohbet ediyorlardı. Benim baş ucumda ise yüzünü tanıdığım bir adam vardı..
Hem mutlu hem de garip bir hisle doğrularak ona bağırdım.
"Taehyung! Sen misin?"
"Görmüyor musun Jungkook?"
Gerçekten o olduğunu anladığımda aklıma herşeyi anlatmak gelmişti..
"En son, sırtıma ok saplanmıştı. Askerlerden kaçıp ikimizi kurtardın mı?"
"Neden bahsediyorsun Jeykey? Ne askeri ne oku"
Karşımdaki adam bana kendisinin Taehyung olduğunu söylüyor fakat olanlardan haberinin olmadığından bahsediyordu.

"Bir dakika, şuan neredeyiz?"
"Kore, Seul"

Seul mü?...

Devam edecek...

Tuhaf Tutsak {Taekook}Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin