𓅓16

11 3 0
                                    

Jeon Jungkook öleli çok olmuş ve tarihte bir kahraman olarak anılmaya başlanmıştı. Onu her zaman bir suikastçı olarak gören ülkemiz, aniden bu durumla alışmış ve arkasından üzülüyorlardı. Tanıştığım adam ise Jungkook'a ait olan kuş ile ara sıra görüşüyor, gizeme karışıyordu.
O ormandan çıkınca dünyada herşey normaldi, insanlar gençleşip yaşlanıyor ve yıllarını sayıyorlardı. Beyaz tenleri, kırışık bir hale bürünerek kamburları çıkarak yılların verdiği yaşlılığı çekiyorlardı. İkimiz hiçbir zaman normal insanlar değildik, ormanda herşey olağanüstü bir şekilde gerçekleşir.
Orası Jungkook'un eviydi, orman adeta ona hizmet ederdi..
Oraya tutsak edildiğinden beri.

Şimdi ise Kraliçe kayıptı ve onun yerine ülkeyi başkası yönetiyordu, ortalık gayet sakin ve huzurlu gözüküyordu birden. Herşey başladığında halk isyanlar çıkarmış ve askerler işin içine girmek zorunda kalmışlardı. Toz dumandan göz gözü görmezken, anında zamanın durduğunu ve herşeyin yavaşladığını farkettim. Kalabalık ve herkesin birbirine vurduğu sokakta sakince yürüyebilen tek kişi bendim, etraf durmuşken çevrem siyah beyaza dönmeye başladığında tek renkli kalan bendim.
Beynimde yankılanan bir ses duydum ama kaynağını belirleyemedim. Sadece bu sesin bir kuşa ait olduğunu sanıyordum..
"Biraz daha zamanınız var. Herkesi ait olduğu yere döndürmek için son şansınız, bana efendimi getirene kadar son şansın Hyun"
Bu adı duyana kadar söylediği hiçbirşeyi anlamıyor ve ilgilenmiyordum.
"Jeon Jungkook öleli çok oldu Anzer"
"Ölmedi Hyun. Onunla hala iletişimdeyim, onu gözetiyorum. Min Yoongi onu bulmama yardımcı olacak."
"Ne?"
Aniden renksiz ortam renklenmiş ve halk deminkinden farklı olarak mutlu suratlarla evlerine ya da tezgahlarının başına dönmüşlerdi. Kan sıçrayan yerler temizlenmeye başlamış ve etraftaki toz dumanı dağılarak havayı açığa çıkarmıştı.

Memur ile tanışmanın tesadüf olmadığını ve herşeyin bir sebebi olduğunu biliyordum, o yüzden artık bunlara şaşırmayacak kadar olgunlaşmıştım.
O ise sanki herşeyi geride bırakmış gibi tezgahını düzenleyerek başındaki hasır şapka ile müşterilerini ağırlıyordu. Tabii üzerinden kaç yıl geçmişti memurluktan çıkalı...

Bütün bu olaylar geçmiş günlerde yaşanırken ben hala normal hayatıma devam ediyordum. Jungkook'un gücünü bulduğunu hissediyordum, onu ziyaret ettiğim günden beri çıkan ışığın kaynağını anlamıştım. Peki Jungkook ölü ise nasıl güçleri ortaya çıkabiliyor ve Anzer onunla iletişime geçebiliyordu?
Biz insan değildik, biz yaratık değildik. Biz ikimiz için yaratılmış olan iki tuhaftık, birimiz olmadan diğerimizin anlamı olmayan ve özellikleri nadir bulunan kişilerdik. Bizim cesetlerimiz çürümez, tenimiz yaşlanmaz ve umutsuzca rastlantılar beklemez gücümüzü kullanırdık. Biz bu dünyanın dışında varlıklardık.
Şimdi ise birimiz gitmiş, birimizin yavaş yavaş bedeni kırışmaya başlamıştı. Hala tertemiz ve parlak teniyle kalan Jungkook'un ölümünün üstünden geçmişti. Gergin etli ellerim yavaşça gevşemeye ve kırışmaya başlamıştı.

Evet biz yaşlanmazdık dedim, ama eğer birimizden birisinin ruhu yolculuk yaparsa bundan ikimizde etkilenirdik..O ormanda bulunmadığımız sürece.

Genç suratıma baktım, gerçekten yaşlanmaya başlamıştım. Anzer'in dediklerini düşününce olanları anlamak pek zor değildi..

Evime gittim ve yoldan geçerken mutlulukla ürün satan Min Yoongi'ye göz attım, hiçbirşeyden haberi olmayan ve artık sıradan bir tüccar olan ona. İçeri girdiğimde oda karanlıktı, gözlerim siyahlara alıştığında masamın üzerindeki "Hyun" adını gördüm.
"Oğlum, senin gibi kişiler özel kişilerdir. Ateş sınıfından olanlara Eun, Su sınıfından olanlara Hyun denilir. Bu efsaneyi ülkemizde anlatan bir sürü kişi gördün ve dinledin, bu dünyada bunun mümkün olamayacağını biliyordun. Özel güçlerinin olması bir mucize bile olamaz, bir ihtimali olamaz. Eğer gerçekten öyleyse, bana babana benzediğini kanıtla."
"Sana benzediğimi yıllarla kanıtladım baba."
Gözlerimi isim yazılı tahtadan ayırarak mumları yaktım.

~

"Çok şüpheli davranıyorsun."
Sessizliği bozan gergin bir ses duyduğumda suratımı ona döndüm ve benimle birlikte birsürü yüz de onu buldu. Suga düşüncelerini içinde tutamamış gibi konuşuyordu.
"Hadi gerçekleri söyle. Sen aslında nasıl birisin?"
Yüzüme bakan ve açıklama bekleyen gözlere karşı sustum, birşey diyemedim.
"Son günlerde garip bir kuş bana bakıp duruyor."
Kuş kelimesini duyduğum anda boğazımda bir yumrunun oluştuğunu hissederek yutkundum. Tanıdık gelmişti.

Kapının açıldığını duyduğumda hepimiz oraya döndük fakat kimse girmemişti içeri.
Jin: "Ne oluyor ya? Kapının açıldığını duydunuz değil mi!"
Üyeler gergin gözükürken bende bakışlarımı kapıya dikmiştim ama sonuç aynıydı. Gelen giden kimse yoktu görünürde..
"Yanlış duymuşuzdur."
Umursamayarak başımı tekrar önüme döndüm ve üyeler de endişeyi bırakıp rahatladılar. Taehyung ise yanımdan kalkmış, ayaklanmaştı. Gitmesinden korktuğum için acele bir şekilde kalktım ve kolundan tutarak onu durdurdum.
"Nereye gidiyorsun?"
"Yatmaya."
Elimi kolundan ayırdığım sırada gözlerimi kapattım ve nefeslendim. Bir sürü adamın çığlığını duymamla gözlerimi açtım ve dehşet bir görüntü ile karşılaştım. Taehyung ise aynı suratla korkmuş bir şekilde belli belirsiz kelimeler kekeliyordu.

Üyeler birbirlerine sarılmış, geri çekiliyor ve bazıları salonun ortasındaki şeyi işaret ediyorlardı. Suga ise onlardan daha korkmuş ve endişelenmiş şekildeydi.

Salonun ortasında gördüğüm; mavi hanbokunu çıkarmayan, saçları upuzun ve sesi kalın adamdı. Belindeki kılıç orjinaldi, elleriyle kendini inceliyor ve etrafı gözetliyordu meraklı gözlerle.
Mırıltısı duyulur şekildeydi..
"Niye buraya geldim ben?.."
Ona bakarken anında yüzünü bana döndü ve o da hayret içerisinde kaldı. Karşısında Jeon Jungkook'un bir kopyasını görüyordu ve büyük ihtimalle beni öldü biliyordu..
Gözlerini yanıma çevirdiğinde ise kendi yüzüyle tamamen aynı kişiyi gördü ve şaşkınlığı belirgindi.
"Noluyor lan?! Jungkook'un suratı niye sende?"
Rm: Ne oluyor olum?
Jh: Kimsin lan!
Jin: Az kaldı bayılacağım. Adam gözümüzün önünde odaya ışınlandı bildiğin..
Jm: Rüya falan mı görüyoruz acaba?
  Hepsinin kafası karışmışken Taehyung'un burada ne aradığını sorguluyordum sadece, ona soracak milyonlarca sorum vardı.
"Taehyung! Neden buraya geldin?"
"Sen beni nasıl tanıyorsun?"
"Benim, Jeon Jungkook. Kahraman Suikastçı, Eun"
"Sen..sen ölüsün!"
"Herşeyi anlatmak isterdim ama buradaki kişiler için bunlar tehlikeli."
Kim Taehyung Hyun'a yaklaşarak ona dikkatlice baktı ve söylendi.
"Demek Jungkook'un bahsettiği kişi sendin. Gerçekten benimle aynı yüze sahipsin."
Sg: Ben size demiştim ama bunun altından bir bok çıkacak diye!..
Rm: Taehyung, neden onu tanıyor gibi davranıyorsun? Yani hayır, o seninle aynı yüzü paylaşıyor. Bekle, o zaman bahsettiğiniz Jungkook kim ulan?

Evet, ortalık karışmıştı ve bu sorunu nasıl gidereceğimi bilmiyordum..
  Hyun ise Kim Taehyung'a bakıyor, onu inceliyordu..

"Sanırım bazı şeyleri açıklamanın vakti geldi ha?.."
İç çektim..

Devam edecek...

Tuhaf Tutsak {Taekook}Where stories live. Discover now