𓅓 23

9 1 0
                                    


Kaçarken kalbimin ağızımda attığını hissediyordum. Saçlarım rüzgarda salınırken suratıma rüzgar vuruyor ve beni serinletiyordu. Bu serinliği elini tuttuğum sımsıcak el alıyor ve beni ısıtıyordu. Duyduğum tek şey ortamdaki ayak seslerimiz, kalp atışlarımız ve kılıç sesleriydi..
Gülerken Taehyung'a baktım ve gözüm arkamızdaki adamlara kaydı, bu sefer gülümsemem daha da yükseldi ve gülerken aynı anda gözümden tane yaşlar akıtmaya başlamıştım. O da bana mahcup ve üzgün bir gülümsemeyle bakıyordu.
"Sonsuza kadar kaçalım mı?"
"Sonumuza kadar kaçalım!"
Ardından bir kahkaha patladı rüzgarın sesine karışan...

İlerledikçe yüzümdeki gülümsemenin sebebi görünmüştü, hem üzgün hem mutluydum. Sonunda Tutsak edildiğim ormanın girişini gördüğümüzde hızımızı arttırdım ve yaprakları yüzümün önünden çekerek uzun çimenlerin içine girdim. Nefes nefese kalmıştık ve geldiğimiz yerde durarak ardımıza döndük, tüm askerler karşımızda durmuş sırıtıyordu.
"Jeykey, sonumuz burası mı yani?"
"Neden burası olsun!"
"Kaçmayı bıraktık."
"Sanırım öyle olacak Taehyung. Biz burada bir yaşamı haketmiyoruz."
Ellerimiz havada ve dalga niyetiyle konuşup yüzümüzde gülümsememizi eksik etmeyince askerler hayret etmişti. Bazıları ormanı incelerken hafif titredikleri belli oluyordu ve patronlarına gitti birisi;
"Liderim, korkarım burası Jeon Jungkook'u  tutsak ettiğimiz yer. 12 yılın ardından geri döndü, onu öldürmemiş miydik?"
"Nasıl olur! Bana onun kaçtığı söylenmişti."
"Bizde onun öldüğüne eminiz.."
İkisi birden aniden yüzüme odaklanmışlardı, gözlerindeki korku parıltılarını ve vücutlarının titrediğini görünce kahkaha atmadan edememiştim.
"Herşey başa döndü demek ki lider? 12 yılı aşkındır bu kadar olay yaşamamıza rağmen yine bu ormandayım, tutsak edildiğim yerin önünde."
"Fakat buradan artık çıkamayacaksın."
Gözlerimden yaşlar akarken liderin yanına gitmiştim yavaş ve sersem adımlarla, gülüyordum..
"Lider, bak bana."
Ellerimi omuzuna yerleştirdiğimde hiçbirşey yapmamış ve yüzüme anlamazlık ile bakıyordu.
"Görüyor musun? Burası benim hem doğduğum, hem yaşadığım, hem öldüğüm yer. Burası benim, bu orman benim. Ayrıca senin!"
Ellerimle liderin yüzündeki maskeyi çıkartıp yere attığımda şaşkınlıkla bir bana bir Taehyung'a bakıyordu. Gözlerinin dolduğunu farkettiğimde yaklaştım ve kollarımı ona sararak sarıldım, elinde kılıcını tuttuğunu bildiğim halde..
Taehyung anlamaz bir halde bakarken gördüğü surata hayret etmişti.
"Min Yoongi?"
"Taehyung.."
"Sen ticaret yapıyordun? O günden sonra bana mevkinden ayrıldığını söyledin!"
"Mevkimden ayrılmak mı? Hep tüccar olarak kalmayacaktım ya..İntikam almam gereken birisi vardı."
Ondan ayrılmadan konuştum sakince..
"Demek birbirinizi tanıyorsunuz. Lider Min Yoongi, kendine çok iyi bir arkadaş, aynı zamanda da benim sevgilimi bulmuşsun. Dediğim gibi aynı zamanda bu orman senin, beni tanıdığı gibi seni de tanıyabilir. Aynı kan bağından kişileri neden tanımasın?.."
"Sus Jungkook!"
"Kılıcını serbest bırakma sakın, bu benim sana abin olarak verdiğim ikinci emir."
"Sus dedim sana!"
"Bana kim ile sesleniyorsun, abini sevmiyorsun. Oysa aynı anneden, aynı ormanda doğmadık mı küçük kardeşim?.."
Taehyung'un gözlerinden yaşlar akarken şaşkınlıkla ikimize bakıyor ve geriliyordu.
"Artık aramızda bir kan bağı yok Jungkook. Senin kardeşin olmayı reddettim, artık ailemden değilsin."
"Ama benim için sen benim ailemsin?-"
O sırada karnımdaki acının tarifi yoktu, aynı zamanda ağzımdan akan ıslak bir sıvı hissetmiştim ve kan tadı alıyordum.
Hala Yoongi'ye sarılıydım, yüzüm gülüyordu fakat Kim Taehyung adımı anarak yanıma koşmuş ve öylece kalmıştı.
Biliyordum, karnımdaki deliği ve kana bulanmış metal kılıcı gördüğünü, yere damlayan kan damlalarını..

Min Yoongi'nin gözleri dolarken asla acımıyordu, o kılıcını bana karşı kullanırken ona daha çok sarılıyordum.
Sesim kısık ve kesik çıksa da konuşmaktan çekinmedim.
"Kimse bilmiyordu değil mi küçük kardeşim? Hayatın boyunca bunu sır olarak sakladın abinden tiksindiğin için, halkın dediklerine inandığın ve asker olduğun için aileni reddettin. Böylece kimse öğrenemedi değil mi?..
Abinden sana bir söz, beni evimde öldürdüğün için teşekkür ederim."
Ardından gözlerim yavaş yavaş kapanırken bir çift el beni çekiyor ve kılıçtan ayrılmamı sağlıyor.
Ayakta durmaya zorlanır iken Taehyung delicesine ağlarken sesi her tarafı inletiyor..
"Yoongi! Bana söz vermiştin, seninle güzel anılarımız oldu ve herşeyden birhaberdin."
Karşısında isyan edercesine bağırırken Taehyung Yoongi'nin titreyen elindeki kılıcı bir çırpıda almış ve kalbinin ortasına saplamıştı, gülüyordu..
Min Yoongi şaşırmış ve iki adım gerileyerek ellerine, kılıcına bakmıştı. Kim Taehyung'un heryerinden kanlar akarken benim hizama gelmişti, bana baktı ve yere düşerken onunda aynı anda serildiğini farkettim.
Yerler kana bulanmışken, elim onun elini bulmuştu ve gözlerimiz kapanırken ağzımızdaki gülümseme asla silinmemişti.
Bilirdim, ikimizin de tuhaf olduğunu ve bunun basit bir ölüm olmadığını. Asıl bu bizim için basit bir doğumdu..
Askerlerin ayak sesleri duyuluyor ve gittikçe uzaklaşıyordu.
Artık karanlığı gördüğüm vakit başka bir ben görmüştüm o karanlıkta, şatafatlı kıyafetler ile döşenmişti ve vücudunda hiçbir yara yokken sinsice gülerek bakıyordu.
Yanına bir beden daha gelmişti, yüzündeki ifade sert ve emin duruyordu. Kıyafetleri benimki gibi gösterişli fakat benim siyah kıyafetlerim aksine maviler giyiyordu.
Bilincimin gittikçe açıldığını hissediyordum sanki.

Jeon Jungkook'un elinden mavi ruhani bir ışık saçılıyor ve Taehyung ile kendisinin bedenini sararak bir kalkan oluşturuyordu.
O sırada ormandaki büyük bitkilerden bazıları da yeşil bir ışık salgılayarak bu ışığı ikisinin bedenine gönderiyordu..

Daha sonra yaşadıkları tüm şehiri inleten, kasvetli ve güçlü bir kuş uluması...

Devam edecek...

Tuhaf Tutsak {Taekook}Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin