2.0

180 24 14
                                    

"Ben biraz dolaşacağım." dedikten sonra ayaklanıp insanların olmadığı, karanlıkla baş başa kalabileceğim bir tarafa ilerledim.

"Dikkatli ol."

"Olurum." dedim ve derin bir nefes aldım birazcık huzuru hissedebilmek için. Normalde umursamazdım ama arada hiçbir şey hissetmemekten kurtulma isteği geliyordu.

Bir şeyler hissetmek istiyordum. Öfke ve nefretten başka, kalbimi hızlandırmayacak kadar sönük kalan mutluluktan daha farklı bir şey. Acısı için bile savaşmak isteyeceğim bir şeyler olmalıydı.

O an onunlayken hissettiğim anlamsız gerilme ve kalbimin hızlanmasından dolayı yaşadığım panik düştü aklıma. Tuhaf hissettiriyordu, güzel olacak kadar tuhaf hissettiriyordu ve bu daha çok panik olmamı sağlıyordu. Çünkü bu duygular bana yabancı olduğu için varlıklarının nedenini tam olarak anlayamıyor, inancıma ters düşen şeyleri sorgulamamı sağlıyordu.

Belki de düşünmemek en iyisiydi. Çünkü düşünürsem yaralanır, hatta belki de daha kötüsü yaralardım.

Kendime ve düşüncelerime asla güvenmiyordum bu yüzden kendimi çıkmaza sokacak bir şey yapmayı planlamıyordum. Üstelik mantıksal olarak düşününce hepsinin bir aldatmaca olması fikri daha ağır basıyordu.

Evet, herkesin yaşayabileceği akıl karışıklığıydı ve kontrol altına alınmazsa pişman olunacak şeyler kesinlikle yaşanırdı.

"Ne düşünüyorsun?"

Aniden duyduğum sesle istemeden yerimde sıçradım. "Korkma benden."

Kaşlarımı çatarak, "Korkmuyorum." dedim. Ondan korkuyor olmam düşüncesi hoşuna gitmemiş gibi yüzü düşmüştü.

Yanına yaklaşıp karşısında durdum ve, "Hey," diye söze girdim elimi yanağına koyarken. Bu küçük temas bile aklımı karıştırmaya yeterdi ama ben ihtimalleri görmezden gelme konusunda iyiydim. "Senden korkmuyorum."

Sessiz kaldığını görünce, "Bana inanmıyor musun?" diye sordum.

Gözlerindeki ifade değişmişti ve asla tanımlayamadığım bir şekilde bakıyordu. Bunu çözememek içimdeki merak tutkusunu alevlendirirken iç çektim.

"İnanıyorum."

Bakışları bir anda dudaklarıma kaydığında gözlerimi kaçırarak uzaklaştım ondan, yürümeye devam ettim.

"Ne oldu bir anda?" diye sorduğu zaman ona dönüp, "Hiçbir şey." dedim.

"Sadece şu sıralar tuhaf hissediyorum ve ne olduğunu bilmemek çıldırtıyor." diye açıkladım sırtımı duvara yaslayıp aslında benim için bir anlam ifade etmeyen yıldızlara bakarken. Aklımdan bin bir türlü ihtimal geçiyordu.

Üstüne bir de o bana yaklaşırken o an onu öpmediğim için pişmanlık duygusu sarıyordu bedenimi. Her an öpebilirdim...

Yanıma geçip benim yaptığım gibi sırtını duvara yasladığında kollarımız temas etmiş ve vücudumu mümkün olduğu kadar vücuduna yaklaştırmayı istememe sebep olmuştu. Ellerinin yeri ceketinin cepleri değil, vücudum olmalıydı.

"O duyguları tarif edebilir misin? Belki yardımcı olabilirim."

Derin bir nefes alıp, "Birden çarpıntı geliyor bazen." dedim. "Hatta bu aralar sık olmaya başladı bu durum. Bazen yoğunlaşıyor ve nefes alamadığımı hissediyorum, tehlikede olduğumu düşünüyorum. Bu duygu beni öldürebilirmiş gibi..."

Kısık sesli gülüşünü duyduğumda, neye güldüğünü anlayabilmek için ona baktım. "Bunları birisini gördüğünde mi hissediyorsun?"

"Öyle sanırım." dedim tekrar gökyüzüne bakarken.

"Peki bunlar olurken hiç birisine duygusal olarak bağlandığını düşündün mü?"

"İmkânsız," dedim gülerken. "Bu dediğin için duygu gerek, çavuş. Ben birkaç kafa karışıklığı dışında hiçbir duyguya sahip değilim. Öfkem ve nefretim hepsinin açığını kapatıyor."

"Bence sen kendini böyle koruduğunu düşünüyorsun." dediğinde kaşlarımı çattım. Öncelik bu olmalıydı zaten.

"Koruduğumu düşünmüyorum, koruyorum."

"Nefretle yaşanmaz, Tatum. Ölü bir ruha ev sahipliği yapan, yaşamayan bir beden elde edersin sadece. Beden de değil, bir silah."

"Bilemezsin." dediğimde, "Bilirim," diye karşı çıktı anında.

"Duygularım olmadan yalnızca bir silahtım. Bunu bildikleri için duygularımı benden sakladılar."

"Ama hissedersem yaşayamam." dedim canım acırken. Yaptığım, yaşadığım onca şey vardı.

"Yaşadığını hissettiren olmadığı için."

"Kâbusların devam ediyor mu?" diye sordum konuyu dağıtmak adına. Niyetimin farkındaydı ama bu umurumda değildi, yeter ki konu kapansındı.

"Rahat bırakmıyorlar." dediğinde gözlerindeki o acıyı görmüş ve içim acımıştı.

Ben kâbus görmezdim hiç. Belki de ondan daha kötü şeyler yapmıştım hatta belki değil, yapmıştım ama suçluluk duymamıştım. Benim tek pişmanlığım Melanie Presscott'tı.

"Vicdanın var çünkü," dediğimde anlamamış gibi kaşlarını çatarak bana döndü. "Yaptıklarından pişmanlık duyuyorsun ve hiçbir şey kafandan atmanı sağlamadığı için kâbuslarına kadar giriyorlar."

"Sen böyle mi kâbusları kendinden uzak tutuyorsun? Umursamamaya çalışarak mı?"

"Çalışmıyorum, umursamıyorum." dedim. "Kendimi bildim bileli böyleyim."

"Ben de zalim bir tetikçi olmadığım zamanlar böyleyim. Engel olabileceğim bir şey değil." dediğinde haklı olduğu için sustum. Hem vicdanı ona insan olduğunu hissettiriyordu, kör bir insan bile görebilirdi bunu.

"Ama nadir anlar var; kâbus görmediğim ve huzurlu bir şekilde uyuyabildiğim."

"Hangi nadir anlar o?" diye sordum merakla. Kâbusları ciddiydi, hiçbir şekilde kurtulamamışken o nadir anlar merakımı cezbetmişti.

"Seninle uyuduğum zamanlar."





















Öyle birden söylenir mi kalbimr iniyodu







Chaos And The White Wolf ~Bucky Barnes [Tamamlandı]Where stories live. Discover now