4

133 31 4
                                    


Mert Demir - Ateşe Düştüm

BÖLÜM 4| SANA AŞIĞIM

"Gitmek kolay olsaydı,
Bekleyenin umudu kalmazdı.
Sonbahar gidiyorsa,
İlkbahar'a bırakacağı yağmuru vardı..."

Oturduğum yerden öylece saatlerdir denizi izliyordum. Hava soğuktu, az az yağan kar her yanımı doldurmuştu ama benim kalkmaya ve yaşamaya devam etmeye takatim yoktu. Vicdanımda Baran'ın üzerine çok gittiğim için oluşan büyük bir sızlama vardı ama rahatlamış hissediyordum kendimi. Her şeyi anlatmıştım ona ve bu ilk başta omuzlarımdaki yükü arttırdığını hissetmeme sebep olsa da; şimdi iyi hissediyordum. Söylediğim her şeyi sonuna kadar hak etmişti çünkü. Ama bundan sonra ne olacaktı bilmiyordum... Gelen yeni bir çağrıyla beraber gözlerim telefona kaydı, bir ihtimal onun ismini görmeyi bekleyen gözlerim teyzem yazısıyla karşılaştığında oflayarak çağrıyı sonlandırdım. 

Önümde iki seçenek vardı. 

Ya onu dinleyecek ve affedecektim.

Ya da bütün pılımı pırtımı toplayarak, arkamda bıraktığım hiç kimseyi umursamadan buradan çekip gidecektim. 

Kalbim, hangi seçeneği seçeceğini biliyordu. Kolay değildi 13 yıl boyunca sevdiğin adamın sana gelen adımlarını yok saymak, görmezden gelmek. Bende elbet görmezden gelemeyecektim... Titremelerimin arttığını hissettiğimde, artık yerimden kalktım. Arkamı denize döndüğümde, karşımda duran eve baktım. Üç katlı bembeyaz yalı, içine girmemi bekliyordu. 

"Senin için aldım, bizim için... Evlendikten sonra burada yaşayacağız." diyen sesi kulaklarımda yankılanırken, dudaklarımda buruk bir gülümseme oluştu. Hayallerim gerçek oluyordu, Baran beni seviyor, benimle evlenmek istiyor, bizim için ev alıyordu ama... Neden böyle hissediyordum? Ondan nefret etmek istemiyordum, ondan ayrı kalmak, ona kin kusmak istemiyordum çünkü o benim her şeyimdi. Kalbimdi, ruhumdu, benden de öte bir bendi. 

Ah Baran... Ah Baran... 

Zamanı geriye sarmak isterdim. Annemi ve babamı kaybetmeme rağmen, onun aşkıyla mutlu olduğum günlere. Beni bir gün seveceğine umut beslediğim ve o umutla taşıdığım neşe dolu hallere... O gittiğinden beri gerçekten gülmeyi bile unutmuş gibi hissediyordum kendimi. Onun gidişiyle yarım kalmış, eksilmiştim her yönden. Şimdi ise buruk olan hislerimden sebep, ne düşüneceğimi bilmeyecek bir haldeydim. Hayatımda bir şeyi sevdim mi ondan vazgeçemezdim bir daha. Eskitirdim, eksilirdi belki sevdiğim şey ama saklardım. Atamazdım bende değeri olan bir şeyi, unutamazdım canımı acıtan sözleri. Umursamaz görünürdüm belki dışarıdan ama sevdiğim insanın ağzından çıkan bir söz benim için bin olur; yutar, yutar ama sindiremezdim öylece içimde kalırdı. 

Dedem, anne ve babamın mezarını ilk kez beni ziyarete götürdüğünde; bir çiçekçi de çiçek almak için durdurmuştu arabayı. Beyaz Frezya çiçeğini ilk defa orada görmüştüm. Dedeme parmağımla gösterdiğim çiçeğin ne olduğunu sormuştuk kadına. Anlamının umut olduğunu öğrendiğim çiçek, benim o günden sonra vazgeçilmezim olmuştu. Aldığım ve büyütmeyi en çok sevdiğim; kokusunu kullandığım tek çiçek... Ölümlerinden birkaç hafta öncesi çıktığımız alışverişte anneme gördüğüm beyaz bir elbiseyi aldırmak çok istemiştim. Ördüğü saçlarımı gülerek seven annem, kızım bak daha bir sürü güzel renkli elbiseler var. Her elbisen beyaz olacak değil ya... demişti ama ben illa da beyaz diye tutturup o elbiseyi almıştım. Bir sürü şarkı dinler ama Sezen'in ayrı yeri olurdu. Baran da böyleydi işte benim için. Hangi erkekle tanışırsam tanışayım, o ayrı olacaktı. Vazgeçilmezlerimden biriydi... Ne olursa olsun, ne yaşanırsa yaşansın aramızda gözümde gönlümde hep onu arardı sanki. Psikiyatristim Duygu Hanımla ilk defa Baran hakkında konuştuğumda bana "Sevgin sence de biraz aşırı değil mi?"  diye sormuştu. Gülerek "Hastalık mı yani?"  demiştim bende. Sevmek başlı başına bir hastalık değil miydi? Mecnun'u mecnun edecek kadar büyük olan duygu Leyla'sına duyduğu aşk değil miydi? Onu öyle çok, deliresice sevmese unutulmaz olabilir miydi?

İZWhere stories live. Discover now