3.Bölüm: 'Kimim Ben?'

636 45 51
                                    


"Eylül.. Kerem'i Sevmeli"

......
İki eliyle genç kızın ellerini avuçlarının arasına aldı kadın, işaret parmaklarıyla yavaşça okşadı. "Evini mi karıştırdın?" diye sordu. Yüzünde merak ve şaşkınlık vardı, gecenin bir yarısı 'anne' ağlayıp kapısına gelen bu kız kimdi?

"Ne?" dedi Eylül. Ellerini yavaşça geriye çekti. "Anne, benim."

"Güzel kızım.." dedi kadın, elini yeniden yanağına bıraktı. "Benim hiç kızım olmadı."

"Ne?" yüzü soldu, benzi sarardı. "Anne.. ben Eylül. Senin kızın."

Kafasını yavaşça iki yana sallamaya çalıştı kadın, hayatının en büyük sınavıydı bu. Hayat ona bir evladı, anneliği çok görmüştü. "Ben hiç anneliği yaşamadım ki."

"Ne? Ne diyorsun anne? Eylül ben, senin kızın, evladın."  Elleri delice titriyordu, yavaşça kadının yüzüne bıraktı. Baş parmağını dikkatle gezdirdi, sol yanağında ufak yara izi vardı. Daha birkaç gün önce kapıya çarpmıştı.

"Yanağın.." dedi, yanakları yaşla doldu. Parmağını dikkatle üzerinde gezdiriyordu. "Kapıya çarpmıştı."

Kafasını yavaşça iki yana sallamaya çalıştı kadın, "Hayır kızım, kapıya çarpmadım. Ufak bir talihsizlik yaşadım."

"Anne.." Dedi hıçkırıklarının arasında. "Anne yapma." diye ekledi. Sesi titriyordu. "Bu oyuna sende dahil olma."

Alt dudağını sertçe ısırdı, elleri tir tirdi. "Sen bana hiç kıyamazdın, neden şimdi onlara uyuyorsun?" Derin derin soluk almaya gayret etti. Elinin tersiyle gözyaşlarını silmeye çalıştı. "Hafta sonu ziyaretine gelmediğim için küs müsün bana anne?"

Kadının yanaklarına ufak birer damla yaş usulca süzüldü. Hiç anneliği tatmayan kalbi, bir evladın gözyaşlarına dayanamıyordu. İki elinden sıkı sıkı tuttu. "Anneler evlatlarına küsmez."
"Neden yapıyorsun bunu anne?" diye sordu. Anlamıyordu, annesi neden herkes gibi davranıyordu. Annesiydi o, dünya bir araya gelse de evladını üzecek bir şey yapmazdı.

"Yavrum.." dedi kadın, bir elini yavaşça yanağına bıraktı. "Keşke annen olsaydım."

Ellerini hızla geriye çekti Eylül, geri geri gidip arkasını döndü. Hızlı adımlarla sokağa çıktı, gözleri Kerem'in gözleriyle buluştu. Aldırmadan sokağın girişine yöneldi, iki elini delice şakaklarına bastırıyordu. "Aklımı kaybediyorum!" diye haykırdı.

Kerem hızla arabadan inip arkasından ilerledi. Adımları bazen yavaş bazen de hızlıydı, gözden kaybetmemeye büyük gayret ediyordu. "Eylül." diye seslendi.

Duymadı genç kız, duyacak durumda bile değildi. Zihni onunla büyük bir oyun oynuyordu. Hatırladığı hiçbir şey gerçek değildi. Gerçek olan neydi? Hafızasının izleri mi, gerçeğin görüntüsü mü? Bir işi, bir ailesi hiç yok olmamış mıydı?

Hızlı ve sert adımlarını sokağın ikincisinde durdurdu, tüm bedeni titriyor, ayakları gücünü kaybediyordu. Artık sığınacak limanı, ailesi de yoktu. Koskoca dünyada artık yapayalnızdı.

Ne yapacaktı, bundan sonra ne yapmalıydı?

Önünde denizin manzarası vardı, gözlerinden usulca yaşlar süzülüyordu. Çaresizdi, çaresizliğini ifade edecek bir yakını bile yoktu.

Gözlerini yavaşça gökyüzüne kaldırıp, "Kimim ben?" diye fısıldadı.

Eylül Sönmez kimdi?

Bir devlet kurumuna uzun emeklerle giren, voleybol hayali olan, bir ailenin göz bebeği, tek evladı olan kişi mi?

Hayatta tutacak kimsesi, bir şeyi olmayan bir deli mi?

'GERÇEĞİN İZİNDE'Where stories live. Discover now