beş

729 78 19
                                    

/ yedi yıl sonra

"Bu çok leziz gözüküyor." 

Bir yandan merdivenleri inerken öte yandan kazağımı kafama geçirdiğim sırada duyduğum sözlerle homurdandım. Kollarımı da kazağa sokarak son basamağı seri bir şekilde indim ve mutfağa yöneldim. Bu esnada "Onur, evsiz gibi buraya çöreklenmenden bıktım." diyordum.

"Ben de seni seviyorum, arkadaşım." 

Mutfağın girişinde durup onu izledim. Sanki yeme ihtiyacını giderebileceği tek yer burasıymış gibi evime erkenden geldiği yetmiyordu, bir de artık yemekleri benden önce tadar olmuştu. "Bethany nerede?" dedim, oraya ilerlerken, "Yine seni eve alıp çıktı mı?"

"Onu suçlama. Kapıda karşılaştık ve almak zorunda kaldı."

"Bu kırkıncı kapıda karşılaşmanız." Bethany'nin evden çıkış saatini öğrenip öyle geldiğini bilsem de bu konunun üstünde daha fazla durmadım. Masadan bir tane kızarmış ekmek alıp ısırdım. 

"Bunlar glütensiz mi?" diye sorduğunda onaylayıcı mırıltılar çıkardım. "Berbat olmalılar." diyerek sağlıksız şeyler aramaya başladı. Bu uğurda buzdolabına bile döndü. Ben de yemek masasındakilere ek olarak içecek bir şeyler almak adına peşine takıldım.

O buzdolabını açmış, içerisinde ne var ne yok diye bakarken gördüğüm ilk şişeyi aldım. "Portakal suyu mu o?" dediğinde "Sanırım." dedim. Anladığına dair birkaç ses çıkarıp buzdolabına bakmayı sürdürdü. Ben de bu sırada bir meşrubat bardağı alarak portakal suyunu ona dökmeye başladım.

"Dün paylaştığın post üç milyon beğeni almış." 

"Öyle mi? Ne hoş." deyip bardakta dudak payı bırakarak şişeyi kapadım, "Beni bu kadar takip etmende gözümden kaçmadı."

"Biliyorsun en büyük hayranın benim."

Gülerek "Onur," dediğim sırada merdivenlerden gelen tıkırtılarla dikkatim dağıldı. Çok geçmeden mutfak kapısına gelen adama "I left the money on the nightstand." 'Parayı komodinin üstüne bırakmıştım.' dedim. 

Başını olumlu anlamda sallarken "I bought." 'Aldım.' dedi. 

"So bye bye." 'O halde hoşça kal' diyerek dış kapıyı işaret ettim. Tam görüş açımda olmadığı için net bir gösterme olmadı tabii ama o anladı. Bir şey söylemek adına dudaklarını aralayıp aralayıp kapasa da en sonunda "See you later." 'Görüşürüz.' deyip arkasını döndü ve kapıya doğru ilerledi. Zannımca öyleydi. Çünkü bir süreden sonra dış kapının açılıp kapanma sesi duyulmuştu.

"Erkeklere obje gözüyle bakmayı ne zaman bırakacaksın?"

Portakal suyumdan bir yudum almadan önce "Hiçbir zaman." dedim.

"Bu yaptığın doğru değil." diyecekken son anda silkelenerek "Her neyse seni yargılamak bana düşmez." dedi. Genel olarak bana benzese de ikili ilişkilerde ciddi olunması taraftarıydı. O yüzden birkaç kez tartışma eşiğine gelmiştik. Neyse ki her daim geri adım atan oydu.

"Onu bunu geçte," deyip buzdolabını kapadı. "Bu tatil ne zaman bitecek? Bir yıldır piyasa da yoksun. Bu ülkeye geldin geleli kendini bu eve tıktın, öylece zaman öldürüyorsun." 

"İngiltere güzel ülke," dedim, bir yudum daha alırken, "Burada öylece zaman öldürmek bile eşsiz."

"Türkiye'deki magazin kültürünün hoşuna gitmediğini biliyorum. En son yaşananlardan sonra köşene çekilmeni de ama yine de artık kaçmaya son vermen gerektiğini düşünüyorum. Hem bu sen değilsin, Lâl."

Babam ve ailesiyle iletişimi koparsam bile zaman zaman Nesrin'in tacizlerine maruz kalmıştım. Bunları alttan almaya çalışmamın tek nedeni önüne geçemediğim kameralardı. Hepsi bana çevriliydi, herkes bir hatamı bekliyordu. Sonra bir gün, dizim final yapmışken, kutlamadan sonra otele geçtim. Oradaydı. Önce bana laf atmıştı sonra hakaret etmişti. "Bu gece kime veriyorsun? Şu mu, şu mu?" diye sormaya başladığında kendimi tutamayıp saçına yapışmıştım.

Parade of Stars | Texting ✓Where stories live. Discover now