kırk

215 28 0
                                    

"Adı sapığa çıkacak." çatalla yemeği didiklerken "Birde 'akıllıyım' der." diye homurdandım. Yemeği mundar etmem bir yana suyunu çıkarmaya çalışmam öte yanaydı. Nihayetinde Devran elimi tutup beni durdurunca kafamı kaldırıp ona baktım. Gözleri bile 'dur artık' diyordu. "Devran," dedim, eline bakarak, "Ben onun kötülüğünü istemiyorum."

"Yine de Cesur'un hayatına karışman doğru değil." diyerek ikince kez fikrini beyan ettiğinde önceki gibi sert bir bakış atmaktan ziyade çatalı bırakıp arkama yaslandım. "Ne kadar etik olduğunu biz sorgulayamayız. Ben Altuğ'un hayatını sorgulamaya, onu uyarmaya çalıştım da ne oldu? Baksana, artık görüşmüyoruz."  deyip sürahiyi aldı ve bardağa su doldurmaya başladı. Akabinde o bardağı bana uzattığı esnada "Siz Altuğ'la görüşüyor muydunuz?" diye sordum. Başını salladığında bardağı alıp birkaç yudum su içtim ve sonra "Evlendiğimiz günden sonra buna son verirsiniz sanmıştım." dedim.

"Mayıs'la olan kavganızın bizi etkilemesini mi isterdin?" diye açıkça sorduğunda "Normal evliliklerde öyle olmuyor mu?" dedim. "Kadın, kocasına görüşmesini istemediği kişileri belirtiyor. Kocası da," dememe kalmadan lafımı "Altuğ'u on beş yılı aşkın süredir tanıyorum." diyerek böldü.

Hâliyle bana da susmak kaldı.

"Vay canına," diyerek sudan bir yudum daha aldım. "O zaman aranız niye açıldı?"

"Sence?"

Mayıs'ın tercihlerini hatırlayınca, özellikle çocuğunu babasız büyütme arzusunu, duraksadım. Yine de bunu bilip bilmediklerinden emin olamadığımdan dolayı "Nereden bilebilirim?" diye safa yattım.

"Arkadaşın, Altuğ'a bir bebeği olduğunu ve babasının kendisi olduğunu söylemiş." 

"Söylemiş mi?" dedim, hafif doğrularak, "Bir an için bebeği babasız bırakacak diye çok korkuyordum." üstelik babasına hiç haber vermemiş olması ve öylece yaşayıp gitmeleri bir noktada can sıkıcı bir hâl almıştı. Bu yeni aldığım haberle üstümden koca bir yük kalkmış gibi hissederken Devran'ın "Söylemiş ama benim akıllı arkadaşım DNA testi istemeden durumu kabullenmiş." demesiyle afalladım.

"Ne yapması gerekiyordu?" dediğimde "DNA testi." diye karşılık verdi. Hiç sorgulamadan, pattadanak. "Devran," dedim, iç çekerek, "Mayıs'ın yalan söylemesi için bir sebebi mi var?"

"Çocuğuna baba arıyorsa vardır."

"Aramıyordu."

"Lâl, Altuğ çok zengin."

"Mayıs'ın da maddi durumu bayağı iyi." 

"Çocuğunun iyi bir soyadı olsun istemiş olabilir."

"Hep böyle miydin," dedim, bariz bir şaşkınlıkla, "Hep önüne gelene 'paragöz' muamelesi mi yapardın? Öyleyse bile Mayıs'a ben kefilim, o konuda kafanı fazla yorma. Bulut'un babası Altuğ, diyorsa doğrudur."

"Ne dersen de o DNA testi yapılmalıydı." derken sandalyesini itip ayağa kalktı ve nefes almak adına salonun bahçeye açılan sürgülü kapısının oraya gitti. Peşinden ben de ayağa kalktığımda söyleyeceklerimin önünü kesmek adına "Bu konuda tartışmak istemiyorum." dedi.

"Cesur'u yargılamaya kalktığımda 'hayatına karışman doğru değil' demiştin. Şimdi neden aynısını Altuğ ve Mayıs için yapmıyorsun? Ben de zamanında Mayıs'la çok tartıştım. Ayrıca şu an konuşmuyoruz bile. Sence de onlara haksızlık etmiyor musun?"

Kapıyı çektiği esnada "Belki de ediyorumdur," dedi ve temiz havayı içine çekerken "Ama konuyu istemeden bu kadar uzatıyorum." diye ekledi. "Aslında beni ilgilendiren bir yanı yok, farkındayım ama yine de kendimi eleştirirken buluyorum."

Yanına vardığım gibi durup ona baktım. "Biliyor musun, ben de aynı dertten muzdaripim." dediğimde yanaklarının hareket ettiğini gördüm, az daha zorlayıp yan profilinden ötesine baktığımda gülümsediğini net bir şekilde gördüm. Ben de onunla birlikte gülümsediğimde "Sen benden daha fenasın." dedi. İster istemez duraksarken "Ben mi?" diye sordum.

"Yalan mı?" deyip baktığında 'hah' diye bir nida çıkararak gelişigüzel karşıya bakıp ona döndüm. Fakat, zihnimde son anda gözüme çarpan şey canlanınca çenem kasıldı. Yanlış görmediysem Edward buraya bakıyordu ve bunu bu defa dürbünsüz yapıyordu. Işıkların açık olması işini kolaylaştırıyor olmalıydı. İç çektiğim sırada Devran'ın "Hayatın boyunca başkalarına o kadar kafa yormuşsun ki boş durduğun her an ailenden bahsediyorsun." demesiyle nefesimi gerisin geri verdim. Suratına öylece baktığımda "Yalan mı? Sen benden daha takıntılısın." dedi. Dudaklarını yeniden araladığı esnada parmak uçlarımda yükselip üst dudağını kavradım. Yüzünü tutma gereksinimi bile duymazken -onu öpmeye bir hâyli alışmıştım- kısa sürede karşılık almamla öpüşmeyi derinleştirdim.

Çok geçmeden ellerini belime sarıp beni kaldırdığında kollarımı boynuna dolamıştım. Sırtımın duvarla buluşmasıyla inleyerek dilimi ağzına soktum. Aynı şekilde, aynı tutkuyla karşılık vermeye başladığı esnada çok derinden vazo veya bir benzeri nesnenin kırılma sesini işittim ama kesinlikle ses bizim evden gelmiyordu. Muhtemelen Edward'ın evinde olmuştu.

Devran'ın umursamadan dudaklarımı sömürmeye devam etmesiyle alt dudağını aceleci bir edayla emdim. O kadar arzu doluydu ki ona yetişirken panikleyebiliyordum. Belli bir vakitten sonra nefessiz kaldığımı hissedince ellerimi yanaklarına sarıp ondan ayrılmaya çalıştım ama birkaç saniye için başarılı olamadım. Ardından zorlukla benden ayrıldığında başka bir yöne bakarak derin derin nefesler almaya başladım. O ise yüzünü boynuma yaslamış soluklanıyordu.

"Hâlâ bakıyor mu?" diye sorduğunda nefes nefese "Bilmiyorum." dedim.

"Lâl," eliyle büstiyerimin açık bıraktığı çıplak tenimi okşamaya başladığında aynı şeyi düşündüğümüzü anlayarak ona yöneldim. Sırtımın yukarılarına getirdiği elinin yerini aratmamak adına beni daha sıkı duvara yaslamıştı. Bir dudaklarıma bir bana bakarken "Sence de artık konuşacak başka konulara ihtiyacımız yok mu?" diye sordu.

Olumlu anlamda başımı salladığım sırada "Var." diye fısıldadım. Akabinde üst dudağını kavrayıp emdim ve kulağına doğru "Yatak odana gidelim." dedim. Böylelikle iki gün teklif ettiği 'ilişkiyi' de kabul etmiş oldum.

Parade of Stars | Texting ✓Where stories live. Discover now