Sezon Finali - 56.Bölüm "Sürpriz"

35.2K 1.3K 525
                                    

İKRA'DAN

Soğuk kanlı olmaya çalışarak içimden üçe kadar saydım ve arkamı dönüp koşmaya başladım. Bir yandan da avazım çıktığı kadar bağırıyordum.

"Yardım edin!"
"İmdat!"

Bir kere daha bağıramadan kendimi havada bulmuştum. Adam beni belimden kıskıvrak yakalamış, ağzımı da sımsıkı kapamıştı. Elini ısırmak için bile ağzımı hareket ettiremezken sadece ağzımda boğulan imdat çığlıkları atıyordum. Koridorda ilerlemeye başladığımızda sonumun geldiğini anlamıştım. Elimden geldiğince soğuk kanlı olmaya, kendimi kurtarabileceğimi kendime inandırmaya çalışsam da nafileydi. Annemler benim ortadan kaybolduğumu anlayıp ortalığı ayağa kaldırıncaya kadar ben çoktan ölmüş olurdum. Beni bu adamların elinden kurtarabilecek tek şey Allah'ın yardımıydı. Debelenmeye ara vermezken içimden de dua ediyordum. Sonumun bu adamların pis ellerinden olmasını istemiyordum. Daha kimseyle vedalaşamamıştım. Böyle aniden sevdiklerimi geride bırakıyormuş gibi hissediyordum. Gözlerimin önüne ilk Kaan geldi. Daha ona kavuşamamıştım. Babamla konuşamayacak, annemle bir daha dertleşemeyecek, Akif'in avukat olduğunu göremeyecektim. Şeyma'yla Alp'in düğününde olamayacak, Buket aşık olduğunda karşısına geçip gülemeyecektim. Liste uzayıp gidiyordu ama ömrüm noktalanacaktı galiba.

Ölüme hazır olmadığımı hissediyordum. Ya da korkuyordum da bahane arıyordum, bilmiyordum. Ölüm korkulacak bir şey değildi, babam çok anlatmıştı asıl olan tüm güzellikleri. Ama ansızın bu duruma gelince arkamda bırakacağım insanları düşünmeden edememiştim.

Yere sertçe bırakılmamla birlikte dengemi zor sağlamış, yarı yolda ayağımdan çıkan topuklular yüzünden de yalın ayak kalmıştım. Ayaklarım soğuk zemine değince içim ürpermiş, ölümün soğukluğunu da tüm bedenimde hisseder gibi olmuştum. İçimden bildiğim bütün duaları ederken ağlamamak için de büyük mücadele veriyordum. Öleceğim için salya sümük ağlayacak olmasam da ailem için, onları bu kadar erken yalnız bırakacağım için içli içli ağlayasım geliyordu.

Ama ağlamak yoktu. Bu zorbaların karşısında kendimi acizleştirmeyecektim. Öleceksem bile ağlayarak, yalvararak onlara istediklerini vermeyecektim. Geldiğimiz odaya şöyle bir baktığımda kocaman bir yumru oturdu boğazıma. Ölü olduklarını düşünmek istemediğim iki koruma yerde kanlar içinde yatıyordu. Kolumdan tutulup güvenlik kameraları görüntülerinin olduğu ekranın önüne, iki cesedin ortasındaki sandalyeye oturtuldum. Ayaklarım cesetlere değmesin diye sandalyenin bacaklarını birbirine bağlayan tahta parçasına koydum. Burnuma dolan kan kokusuyla burnumu şalıma gömmüştüm ki ellerimi ve kollarımı bağlamaya çalışmalarıyla bağırmaya başladım.

"Bırakın beni!"

Çırpınıp bir kolumu kurtarmıştım fakat alnıma dayanan silah ile çırpınmayı bırakıp sandalyeye hapsedilmeyi beklemek zorunda kaldım.

Ne ellerimi ne de ayaklarımı kıpırdatabiliyordum. Hatta bileklerim kopacakmışçasına acıyordu. Daha fazla ipleri gerip canımı acıtmak istemediğim için iplerle uğraşmayı bıraktım. Sinirle soluyarak "Bunun bedelini ödeyeceksiniz," dedim. Ama bu tehditim hiçbirinin umrunda olmadı ve önümde dikilenlerden biri silahıyla çenesini kaşıyarak sinir bozucu rahat haliyle gözlerini üzerimde gezdirdi.

"Dışarıda o kadar koruma var İkra Hanım. Ama bak, sen burada elin kolun bağlı oturuyorsun."

Dişlerimi sıkarak tükürürcesine "Gerizekalı," dedim. "Benim yokluğumu hemen anlayacaklar. Çoktan beni aramaya başlamışlardır. Bulamayacaklar mı sanıyorsunuz!"

Korkarak, ölümü düşünerek kendimi kurtaramazdım. En azından adamlara göz dağı vermem gerektiğini düşünüyordum. Sonuçta dört kişiydiler. Oysa dışarıda bir ordu vardı. Beni koruyamamış olsalar da kurtarabilirlerdi.

İKRAWhere stories live. Discover now