3. Bölüm "Üniversitede ilk gün"

81.1K 3.4K 364
                                    

Okullar açılmadan iki hafta önce gelmemiz o kadar iyi oldu ki... İki haftada gezebildiğimiz her yeri gezdik. Kitap ve filmlerdeki o güzel manzaralı tepelere de çıktık, en ara sokaklardaki küçük kahve dükkanlarında da oturduk.

Gezerken şehrin her karışında çok farklı duyguların içinde çırpınırken buldum kendimi. Bazen annesini elinden tutup oraya buraya sürüklemeye çalışan küçük bir kız çocuğu gibi sabırsızdım. Bazen de sanki gezecek tonla yer yokmuş gibi bir manzaraya ya da tatlı küçük bir sarrafa kitlenip gitmeyelim diye direnircesine nazlıydım.

Yeni yerler keşfettikçe içimden bir ses bir şeyler fısıldıyordu kulağıma. Sahildeki meltem denizden haberler getiriyordu sanki. İçimde garip bir his doğmuştu o günlerden sonra. Bu şehir beni rüzgârına katıp karıştıracaktı galiba.

Alarmım çaldı gereksiz yere. Sanki uyudum da uyandıracaktı. Okuldaki ortamın, yeni derslerin merakından uyumak ne mümkündü. Sadece sabah namazını kıldıktan sonra dalabilmiştim uykunun yumuşak sularına. Alarmın çalmasını beklercesine dalınan yumuşak fakat bir o kadar sığ bir uykuydu.

Gözlerimi alarmın çalmasıyla tekrar açtım. Gidip camımı açıp dışarıdaki eylül  kokusunu çektim içime.
Kitaplarda yazılan, filmlerde gösterilen mutlu uyanan kız gibiydim. Bir filmin veya bir kitabın içinde olabileceğimi düşünüp gülümsedim.

Elimi yüzümü yıkayıp mutfağa geçtim. Ağzıma iki üç lokma atıp hazırlandım. Çantama biraz para koydum, evle arabanın anahtarını da alıp çıktım.

Şeyma'yı ,yoklama alınmaya başladığı için dün dönmek zorunda kaldığı yurdundan aldım. Navigasyondan üniversiteyi bulmaya çalışırken  heyecanlı heyecanlı muhabbet ettik. Birkaç kez yanlış yola girsek de üniversiteyi bulmayı başarmıştık.

Dersliklerimizi bulduktan sonra birer kahve içmek için kantinde buluştuk. Kantin de okul kadar kalabalıktı. Ama bu kalabalık hoşuma gitmişti. Üniversitede olduğumu hissettiriyordu önümden geçen çeşit çeşit insanlar. Farklı giyimler, farklı saçlar, farklı muhabbetler... Her biri farklı kitabın kabartmalı kapağı gibiydi.

Oturduğum yerden üniversiteyi çok rahat görebiliyordum. Mimarisi çok güzeldi. Üniversitenin bu yerleşkesi büyük bir alana kurulmuştu. İçinde yedi sekiz binayı barındırıyordu. Etkinlik için ayrılan alanlar çok fazlaydı. Okçuluk dersi için ayrılan koca alanı gelirken görmüştüm. Derslikler çok geniş, çok bakımlı ve donanımlıydı. Anfilerin büyüklüğünü söylemiyorum bile.
Binaların içi kadar yerleştirilme şekli de çok güzeldi. Her birinin girişini ortadaki kantinin de içinde bulunduğu yeşillik alana verilmişti. Kantin, kampüsün ve yeşilliğin ortasında kubbe gibi beyaz çatısının altında saydam duvarlarla çevrelenmişti. Yazın cıvıl cıvıl renklerini, kışın etrafı gelinlik gibi örtüleceğini müjdeliyordu. Mühendislik binasından çıkan kalabalık farklı kollara ayrılsa da çoğunluğu kantine girmişti. Dakikalar içinde dolan tüm masalardan  kahkaha sesleri yükselmeye başladı.

"Üniversite dedikleri bu mu oluyor şimdi?"

"Galiba," deyip duraksadı ve etrafına bakındıktan sonra devam etti. "En azından kantinde hayat böyle."

Yarım saat daha oturup sohbet ettikten sonra rektörün konferans salonunda konuşma yapacağını duyunca ayaklandık. Konferans salonunu biraz ağaçlara asılan yön tabelalarından biraz da kalabalığın aktığı yönden bulduk.

Konferans salonuna girince ortalardan bir yere oturduk. Yeni gelen öğrencilere hazırlanan bir konuşma olacağını büyük ekranda yazan hoşgeldiniz yazısından anladık. Yeni öğrenciler sessizce beklerken yıllanmış öğrenciler kendi aralarında muhabbet ediyor, geçen yıl gerçekleştirilen rektörün konuşmasından bahsediyordu. On beş dakika içinde tüm koltuklar dolduğunda sunucu açılış konuşmasını yapıp hemen sonrasında rektörü kürsüye davet etti. Rektör kürsüye çıkarken alkışlar öyle coşkuluydu ki ister istemez alkışlarımı güçlendirme gereksinimi hissettim. Sıkıcı ve her sene aynı şeylerin tekrar edileceğini düşündüğüm bu konuşma sanırım çok farklı olacaktı.

İKRAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin