K.İ.2

862 236 33
                                    

   

Multi: Dolunay

   ~~~~~

      Sersem adımlarla bahçe kapısından girdiğimde gözüm garaja kaymadan edememişti. Evdeydi lanet çocuk.

Deli gibi ağlamak geliyordu içimden. Ama tutmalıydım kendimi, en azından abimin yanında.

Hem niye öldürmemişti ki beni? Niye umut verip de yapmamıştı? Evet ölmediğime üzülecek kadar çaresizdim. Öldürmemişti beni, silahı bana doğrulttuğu anda gözleri boynuma  takılmıştı bunun üzerine gözlerinden hafif bir şaşkınlık dalgası geçtiyse de kendini toparlamıştı. niye öldürmediğini  sorduğumdaysa yüzüme bile bakmadan çekip gitmişti.

"Gerizekalı," diye mırıpdanıp anahtarımı çıkarıp eve girdim. Kimseye görünmek ya da şöyle söyleyeyim abimin o lanet yüzünü görmek istemediğimden direkt odama yönelmiştim ama boş bir çaba.

"Sen ne yaptığını sanıyorsun ha? Bu kadar sorumsuzluk da ne?" Hadi ama bunları o mu söylüyordu? Yıllardır tek bir kere bile bana haber vermeden kafasına esen her şeyi yapan o? Yıllardır beni tek bir kez bile kale almayan abim?

Alayla gülüp demin koparmak istercesine tuttuğu kolumu kurtardım elinden. Gözüm arkaya kayınca Cenk'in -abimin çetesinden biri, en yakını- de burada olduğunu fark ettim. Tekrar gözlerimi ona diktim.

"Oo Soykan, sana da merhaba?" Yüzümde acı bir alay vardı. Lanet olsun ki ben onun kadar acımasız değildim.

"Nerde ne bok yiyordun?" Sinirliydi. Fazlaca. Tenimi ürpertiyordu bu ses tonu ve tavrı.
Düşmanıymışım gibi davranıyordu bana her fırsatta. Oysa kardeşiydim ben onun. Ailesiydim onun sahip olduğu tek ailesi.

"Bana hesap soramazsın!" diye tısladım onu taklit ederek. Göz yaşlarım beni rahat bırakmıyordu.

Kolumdan tutup sıkmaya başladı. Ah! Acıtıyordu adi.

"Benimle emir kipiyle konuşabileceğini sana düşündüren ne?" Bağırmıştı. Evet o benden daha korkutucuydu.

Gözlerim dolunca -tutamadım kendimi, yine- kolumu gevşetti ama bırakmadı. Acımış mıydı yoksa? Ah, pek sanmam!

"Kendi hayatına bak, beni görme." Zaten her fırsatta görmezden geliyordu, söylediğim saçmalıktı. Kolumu çekip gözümden akan yaşları umursamadan merdivene yöneldim.

Bıkkınlıkla soluyup "Seni gerçekten merak edebileceğime inanmıyorsun değil mi?" diye sakince konuşunca olduğum yerde durdum. Beni merak etmesi? Kağan Soykan beni merak edecek öyle mi? Pek inandırıcı değil.

"İnanmıyorum." dedim ona dönmeden ve artan göz yaşlarım ile odama girdim.

Kendimi yatağa atıp tuttuğum bütün yaşları akıtmaya başladım. Hem ölmediğime ağladım hem bir türlü gerçek birer kardeş olamayışımıza. Benden nefret ediyordu, sanki ben yokmuşum gibi yaşıyordu hayatını. Biliyordum hayatı oldukça karanlıktı, gittiği yerler, muhatapı olan insanlar, kendisi oldukça karanlıktı. Her türlü kötülüğe her türlü kötü insana yer vardı hayatında ama bi bana yoktu sanki. Ve tüm bunlara rağmen ben bir türlü nefret edemiyordum ondan. Hatta lanet olsun ki seviyordum onu. Çünkü o bana babam ve annemi hatırlatan tek canlıydı, nasıl nefret ederdim? Of.

Hıçkırıklarım artınca yatakta doğruldum. Gözyaşlarımı elimin tersiyle silip saatlerdir cebimde titremesini yok saydığım telefonumu çıkardım. Ekranı aydınlattığımda gözlerim irileşti. Cevapsız çağırıların ve mesajların iki sahibi vardı: abim ve Öykü. Bi an gerçekten merak etti mi diye düşünsem de düşüncemin saçmalığına kendi kendime güldüm. Hem gülüp hem ağlıyordum manyadım galiba ya.

KARANLIK İKİLEMHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin