K.İ.29

305 60 10
                                    


Multi: Dolunay

İyi okumalar.

*******

Montumun diğer kolunu da geçirerek odamdan çıktım. Diğer kolumda olan çantamın da askısından düzeltip merdivenlere yöneldim. Dışarıda olan buz gibi havada hastalanmamak için üzerime giydiklerim ile neredeyse eskimolara dönmüştüm. Ocak ayına girmiştik. Havanın bu denli soğuk olması gayet normaldi. Kış aylarını sadece yağan kardan dolayı seviyordum. Her yıl dört gözle beklerdim yere düşecek olan o küçük kar tanelerini. Seviyorum o küçük beyaz masum taneleri. Beyaz olmalarından mıdır yoksa başka sebepten midir bilmiyorum, kar taneleri bana çok masum gelirdi. Küçük... Masum taneler...Ve ben de her yıl o masum tanelere dokunmayı, onların gökten bir bir yere düşüşünü izlemeyi çok seviyordum. Ama ne yazık ki bu yıl daha İstanbul'a kar düşmemişti. Kar taneleri yer yüzüne inmek için biraz nazlandılar sanırım. Gökyüzünün derinliklerine saklanmış gibiydiler. Neyse, bu yıl masum tanelerin gök yüzünün derinliklerinden, yer yüzünün görünenlerine düşmesini biraz daha beklerim ben de.

Aklımda masum taneler olduğundan hafif gülümseyerek merdivenlerden inmeye başladım. Aynı benim gibi çıkmak üzere olan abimin telefon konuşması kulağıma dolunca merdivenlerden inmeyi bırakıp, yerimde durdum. Ve konuşan abimi dinlemeye başladım. Sesi oldukça ifadesiz ve mesafeliydi.

"Kimmiş?" ilk duyduğum sorduğu 'kim mis' sorusuydu. Görüş alanımda olduğundan donuk yüzünü de seyredebiliyordum. Bir basamak daha indim daha net duyabilmek için. Karşıdaki her kimse ve dediği her neyse kaşları çatıldı. "On beş yaşındaki piçin ne derdi var da bunu yapmış lan?" sesi yükselmişti. Dediklerinden pek bir şey anlamıyordum. "Yaman bunu yaptıranı bulun bana!" keskince, dişlerinin arasından tıslayarak kurduğu cümle beni bile ütkütmüştü.

Neyden bahsettiğini anlamıyordum, ta ki o cümleye kadar. "Ne demek konuşmuyor? Konuşacak lan! Kimin benim kardeşime bunu yaptığını anlatacak!" kurduğu o cümleden sonra anlamıştım konunun benimle ilgili olduğunu. Konuşmasını anlayınca sanki nefesim kesildi ama kendime hakim olabildim. Beni o sınıfa kilitleyenin peşindeydi. Bana bunu yapanı bulmaya çalışıyordu. Dudaklarımı birbirine bastırdım. "Tamam, bekleyin beni orada geliyorum." dediği anda kendime gelip basamakları inmeye devam ettim. Çatık kaşları ve donuk yüzü ile telefonu kapatıp, zaten çıkmak üzere olduğu kapıya yöneldi. Beni fark etmemişti.

Basamakları inme işlemini hızlıca tamamlayıp, kanguru gibi sekerek abime yetiştim. O beni fark etmeden hızlıca arkasından kollarımı beline sarınca durmuştu. Daha doğrusu durmak zorunda kalmıştı. Ahtapot gibi kollarımı beline dolayıp, kene gibi sırtına yapıştım. "Dolunay?" diye soruşundaki şaşkınlık fark edilmeyecek gibi değildi. "Lütfen..." dedim kollarımı sıkılaştırırken, her an gidecekmis gibi durduğundan böyle sıkı sıkı sarıyordum. "Lütfen izin ver de biraz sarılayım. " diye de ekleme yaptım. Ses gelmedi ondan, yani demek oluyor ki izini kapmıştım. Burukça gülümseyip kafamı sırtına dayadım.

Günlerdir o kadar uzaktık ki birbirimize, bu uzaklık neredeyse beni boğuyordu. Günlerdir yarım yamalak konuşuyordu benle, çoğu zaman da susuyordu. Oluşan o sessizlik de boğuyordu beni. O lanet cuma gününden sonra çok kaçmıştı benden, ben de ona kaçmıştım ama bir türlü yetişememiştim. Bir türlü tutamamıştım onu. Ama şimdi... Şimdi tutmuştum onu ve bırakmayacaktım. Bırakırsam biterim çünkü. O da ben de biteriz. Bunun olmasına asla izin vermezdim. Vermeyecektim. Kaybetmemek için... Kaybolmamak için...

Ellerini, beline doladığım kollarıma sahiplenircesine koyunca yüzümdeki gülümseme büyümüştü. Hani hep dedigim şey var ya; Sarılarak konuştuğumuz, iste yine o anlardan birindeydik. Dile getiremediklerimizi, sarılışımız anlatıyordu bize. Ne güzeldi o anlarda, dile gelmeyenlerin sarılışımızla koşması... Ne güzeldi günlerdir uzak oluşumuza rağmen hemen yakınlaşmamız...

KARANLIK İKİLEMWhere stories live. Discover now