2| Babam

8.1K 254 6
                                    

Ne kadar uyuduğumu bilmediğim için annemin nereye gittiğini de bilmiyordum. Mutfağa gittiğimde tezgahın üzerinde içinde 10-15 tane kruvasan bulunan bir pastane kutusu, yanında da annemin bırakmış olabileceği bir not kağıdı buldum. Notta şöyle yazıyordu; ''Kızım, seni uyandırmak istemedim. Ben alışverişe gidiyorum. İstediğin bir şeyler varsa beni ara. Bıraktığım kruvasanları ye.'' Kağıdı elimde buruşturup çöp kutusuna attığımda düşündüm, istediğim bir şey var mıydı? Evet vardı. Bir an evvel on sekiz yaşıma basmak ve bu evden gitmek. Evet evet, tam olarak bunu istiyordum. Ama bu istediğim şey alışveriş merkezinde bulunmuyordu tabii. Kruvasanlardan iki tane yedim, saate baktığımda Eftelya'nın dans kursunun bitmiş olabileceğini tahmin ettim ve Eftelya'yı aramak için telefonumu buldum. Ah! Tahmin ettiğim gibi! Neyse ki Eftelya ben uyurken tam yedi kere aramıştı, onu arayıp bize gelmesini söyledim. Eftelya gelene kadar laptop'umu açtım. Bizim okuldaki haberci kuşların oluşturduğu okulumuzun dedikodularını içeren bir web sitesi vardı. Genelde ''haberci kuş'' dediğimiz bir kaç dedikodusever arkadaşımız bu siteye tüm haberleri yazarlardı. Öğretmenlerin giydiği iç çamaşırın renginden tutun, okulun en tanınmayan çocuğunun ders notlarına kadar! Her şey! Normalde bu site beni fazla sarmazdı, fakat girip göz atayım dedim. Sitenin neredeyse tamamını kaplayan büyüklükteki bir yazı; YENİ ÇITIR! Anlaşılan okulumuza yeni birisi gelmişti. Peki ya bu gizemli kişi kimdi? Aşağılara doğru indiğimde bunun  ''Rüzgar Tan'' isminde bir çocuk olduğunu gördüm. Hafif kumral uzun saçları, ela gözleri vardı. Çocuk gerçekten yakışıklıydı. Ama benim gibi bir ucubeye bakacağını sanmıyordum. Of! Ne diyordum ben ya? Ne bakması? Zaten bakmasını isteyen falan yoktu! Ben öyle işlere kafamı yorup üzülemeyeceğim. Kimse kusura bakmasın. Çocuk hakkında yorumlara baktığımda okulun tüm kızları çocuğu övüp övüp bitirmişlerdi. Yazılanlara göre çocuk, yani ''Rüzgar Tan'' eski okulundan işlediği bir suç yüzünden atılmış, ama suçun ne olduğu belirtilmemiş. Eski okulunda çok popülermiş ve bir çok kız onun peşinde koşuyormuş. Ayrıca Rüzgar Tan, havalı ve kibirli bir çocukmuş. Ben neden bunları okuyordum? Bana ne yani? Bu saçmalıklarla uğraşırken kapı çaldı, Eftelya gelmişti. Şükürler olsun ki. Kapıyı açtığımda üzerime atladı. Kocaman sarıldık birbirimize. Özlemişiz. Daha sonra içeri girdi ve çantasını salonun bir köşesine fırlatıp laptop'umu eline alıp kurcalamaya başladı. ''Ohaa, bu çocuk da kim böyle?!'' diye bağırdığını duydum, ben mutfakta yemek için bir şeyler hazırlarken. ''Rüzgar Tan'dan bahsediyorsan, bizim okula yeni gelmiş.'' dedim. ''İnanmıyorum, taş gibi.'' dedi Eftelya. Hevesli ve istekli bir ses tonuyla söylemişti bunu. Kim bilir aklından neler geçiyordu. ''Karnım deli gibi aç!'' dedi ardından, ''Kruvasan bırakmış annem, onun dışında bir şey yok.'' dedim. ''Kruvasanla doyabileceğimi sanmıyorum,hadi pizza söyleyelim!'' dedi, ''Annem hiç para bırakmamış ki,'' diyecektim ki Eftelya tezgahın üzerine bir sürü parayı döktü. ''Nereden buldun bunları?!'' diye bağırdım, ''Babam kredi kartımı elimden aldı. Onun yerine nakit olarak her hafta para veriyor. Bende biriktirdim işte!'' dedi. Sonra pizzacıyı aradık, ve iki büyük boy pizza söyledik. Yaklaşık yarım saat sonra kapı çaldı, koşarak kapıya doğru gittim ve kapıyı açtığımda elimdeki paraları yere düşürdüm... Karşımda pizzacının görevlisi olarak kumral,uzun saçlı, ela gözlü bir çocuk duruyordu. ''Rüzgar Tan'' ... Paraları çocuğa bakmamaya çalışarak yerden topladım, ''Ah, kusura bakmayın! Imm, sakarım da biraz. Herneyse siz ne yapacaksınız benim sakar olmamı, düşüverdiler işte birden. Boşversenize...'' İğrenç bir biçimde saçmalıyordum. Konuşmaya devam ederken çocuk sözümü kesti, bıkmış bir ses tonuyla ''41,50 TL lütfen!'' dedi. ''Tekrardan kusura bakmayın.'' dedim, parayı çocuğun eline tutuşturdum ve kapıyı yüzüne kapattım. Bu hareketimi gören Eftelya ''Kafayı mı yedin ne yapıyorsun?'' diye bağırdı bana. Laptop'da ''RÜZGAR TAN''ın yazılarını okumaktan kapıya geldiğini görememişti tabii. ''Pizzacıda çalışan aptal, kendini bilmez görevliler işte. Parayı hesaplayamadı bir türlü,sinirlendim.'' dedim. Gelen çocuğun Rüzgar Tan olduğunu söyleme gereği duymamıştım nedense. Daha sonra pizzalarımızı açtık ve yemeye başladık. Hala az önce olanların etkisinden çıkamıyordum. Tamam, kabul. Çocuk fazlasıyla yakışıklıydı. Yani bunu kabul etmemek elde değildi. Fakat onun yakışıklılığından etkilenmemiştim. Başka bir şey vardı. Etkilenme mi yoksa sinir olma mı, bende çözemiyordum. Ama aramızda bir duygu alışverişi olduğu kesindi. İğrenç şekilde saçmalamıştım. Sıradan bir pizzacı çalışanıyla hayatımda hiç kurmadığım şekilde uzun bir diyalog kurmuştum. Her neyse, bunlara ayıracak vaktim yok benim. Annemin yeni evlilik kararı, yakında üvey babam olabilecek bir adamla tanışma planlarım, ve hayatımın berbat gitmesinden korkma düşüncelerim bana yeterdi. Bunların arasında aşka gerek yoktu, olmayacaktı da. Bir yandan pizzamı yiyor, bir yandan bunları düşünüyordum. Dalıp gitmiştim yine. Eftelya koluma bir cimcik attı, ''Dünyadan Mira'ya... Oradamısınız?'' dedi gülümseyerek. ''Ah, dalmışım.'' dedim. ''Anlat bakayım seni düşündüren şey ne?'' dedi. Tabii ya!  Neredeyse unutuyordum olanları Eftelya'ya anlatmayı! ''Nasıl unuturum, bir sürü şey oldu! Annem evleniyor!'' dedim. Eftelya koladan aldığı yudumu yere püskürttü. ''Ne?!'' diye bir çığlık attı. Sonra kendini toparlamaya çalıştı, ''Yani...O kadar kötü bir haber değil tabii ki ama şaşırdım, sen ne düşünüyorsun bu konuda?'' dedi. Ciddileşmişti. ''Bilemiyorum Eftelya. Kafam öyle karışık ki. Biliyorsun,babam öleli daha beş yıl oldu. Sadece BEŞ yıl. Annemin, hemen babamın yerini dolduracak birilerini araması...Ne bileyim. Beni üzüyor. Ama bir yandan da olumlu şeylerin olabileceğini seziyorum. Adamla tanışacağım.'' dedim, sonra kolamdan bir yudum aldım ve pizzamı ısırdım. ''Canım...'' dedi Eftelya, beni kendine doğru çekip sarılırken. ''Bence bu kadar ümitsiz olma. Dediğin gibi, olumlu şeyler olabilir. Hem bir şey daha, adama için ısınmazsa, yani ömrünün geri kalan bir kısmını geçireceğin kişiyi sevmezsen; annene bunu açıkça söylemekten korkma.. Emin ol annen senin fikrini önemseyecektir.'' dedi. Haklıydı. Annem beni çok seviyordu,sahip olduğu her şeyden. herkesten çok. Bu yüzden fikirlerim onun için - hele böyle bir konuda - önem taşırdı. ''Neyse.'' dedim ve yemeğimizi yemeye devam ettik, hiç konuşmadık... Bir iki saat sonra Eftelya evine döndü, bende annemin gelmesini bekledim. Bir şeylerle oyalanıyordum. ''Bir şeylerle oyalanmak'' derken, Rüzgar Tan denen çocuğun hayatını ve hakkında yapılan yorumları okumak denilebilirdi. Ah, neden böyleydim? Bu çocukta ne vardı? Aşk olamazdı. Kesinlikle birisine aşık olamazdım! Bu hakkı kendime tanımıyordum! Benim onca sorumluluğum varken, aşk da neyin nesiydi hayatımda? Ben bunları düşünürken anahtarla kapı açıldı, ve annemle...BİR ADAM. Geldi. BİR ADAM. BİR ADAM ANNEMİN YANINDA GELMİŞTİ. Bu sanırım OYDU. Annemin evleneceği ŞAHIS. O ADAM! Annemden uzun, fazla olmasa da iri yapılı, yeşil gözlü, esmer bir adamdı. Beni görünce gülümsedi. Sadece bir gülümseme. Nasıl cürret edebiliyordu bu eve girmeye? ''Defol aşağılık!'' diye bağırmak istedim, ama yapamadım. Düğümlendi boğazım. ''Merhaba küçük bayan'' dedi adam. Küçük bayan mı? Oda neyin nesiydi öyle? İğrenç. Kültürsüz birisi olduğu kesindi. Aşağılık göt herif. Merhaba deme gereği duymadım. Öylece bakıyordum. Annem bana baktı, ''Mira'cığım bak, bu Taner. Sana bahsetmiştim ya. Biliyorum, erken oldu. Ama ne kadar erken olursa o kadar kafanın rahat olacağını düşündüm. Hadi oturun, ben de içecek bir şeyler hazırlayayım'' dedi, elindeki poşetleri kenara koydu. TANER denen adam karşımda ki koltuğa oturdu. Gözlerini bana dikmişti. Nereme baktığını anlayamadım önce, ama sadece yüzüme bakıyordu. YÜZÜME. Salak şey. Bu sefer bende dik dik bakmaya başladım. Birbirimizin suratına öylece bakıyorduk. Bu nasıl bir adamdı böyle? Konuşmaya çalışabilirdi en azından. Kültürsüz şey. Biz bakışırken annem salona girdi, elinde çaylar vardı. ''Ben içmeyeceğim anne.'' dedim, çay bardağını geri uzattım. Taner bardağı dikkatlice eline aldı ve şapurdatarak bir yudum çay içti. Pislik! Annem konu açmak için debelenirken Taner onu bu sıkıntıdan kurtarıp bana yöneldi, ''Derslerin nasıl Mira?'' diye sordu. Samimiyet göstermeye çalıştığı çok açıktı. ''İyi.'' dedim soğuk bir tavırla. ''Peki ya derslerin dışındaki hayatın? O da iyi mi bari?'' dedi, ''Sen gelene kadar gayet iyi gidiyordu, TANER.'' dedim ve küstahça bir bakış atarak odama çıktım, kapıyı da kitledim. Annemin arkamdan ''naziklik, misafirin yanında küçük düşürmeme çabası ve kızgınlıkla birleşen bir ses tonuyla'' arkamdan bağırdığını duydum, kulaklığımı taktım. Ve yatağıma yatıp ağlamaya başladım... Babamı ne kadar özlediğimi anlatmaya kelimeler yetmiyordu. Ve şimdi annemin bu adamı eve getirip hiçbir şey olmamış gibi aşağıda çay içmesi, çok aşağılıkça geliyordu! Nasıl olabilirdi. Keşke babam ölmeseydi...Keşke o aptal motorlara sevdası olmasaydı. Babam nasıl mı öldü? Ben küçüklüğümden-kendimi bildim bileli babamın motorsikletlere karşı zaafı vardı. Bir sürü motor değiştirir, sürekli motor kullanır ve onlar hakkında en ufak ayrıntıları bile bilirdi. Bir gün yine, yeni bir motor almak için kullandığı motorla yola çıkmıştı... Ve bum! Kaza yapmıştı. Evet, yıllarca motorla hiç kaza yapmayan babam, kaza yapmıştı. O kaza babamın ilk ve son kazası olmuştu... İlk ve son. Onun ölüm haberini 2 gün sonra almıştık. Orman yoluna girdiğinde karşıdan büyük bir kamyonet, babama çarpmış ve babam yaklaşık 10 metre sürüklenmişti. Yani bize öyle söyleniyordu. Motoru yolun kenarında bulunmasına rağmen, babam ağaçların arasına düşmüştü. 2 gün sonra ölü, morarmış, sopsoğuk bedenini bulmuşlardı... Olay yerine gittiğimizde, son bir kez babamın alnına bir öpücük kondurmuştum ve şunları söylemiştim ; KALBİMDEKİ YERİN ASLA ÖLMEYECEK BABA, PRENSESİN ASLA SENİ UNUTMAYACAK... Bunları aklıma getirdikçe daha da çok ağlıyordum, bir kaç dakika sonra hıçkırmaktan nefes alamaz hale geldim...Ve uyumuşum...


Annemin kapıya haşimle vuran, ve bağıran sesiyle uyandım. ''Aç kapıyı Mira, aç!'' diye bağırıyordu. Toparlanıp yerimden kalktım, kapıyı açtım. Açtığımla annemin bana sarılması bir olmuştu. ''Kendine zarar verdin diye korkudan ölecektim!'' dedi. Ne saçmalıyordu, sadece uyuyordum. ''İyiyim ben anne, sadece uyuyakalmışım.'' dedim. Ellerini gözlerimin altında gezdirdi, ''Ağlamışsın sen.'' dedi sinirle. ''Evet anne. Ağladım ve rahatladım. Babamı özlediğimi bir kez daha aklıma getirdim, ve tekrar ağladım. Tamam mı?'' dedim. Sakince ''Tamam'' dedi ve odadan çıktı. Yatağıma oturdum, bu kez ağlamayacaktım. Güçlü bir kız olacaktım. Göz yaşlarımı bunun için tüketmeyecektim. Dizlerimi çeneme kadar çekip ''karnımın feci ağrıdığı zamanlarda oturduğum gibi'' oturdum, sadece düşündüm. Sadece düşünceler... 

İntikamWhere stories live. Discover now