Kong

660 38 100
                                    

Girişe fırlattığı sırt çantasıyla hızlıca merdivenlerden çıktı ve odasına girdi. Tavırlarında ekstra bir heyecan vardı. Onu bekliyordu, geç kalacaktı. Hareketlerinin hızlanmasının ve adrenalin hormonunun kafayı yemesinin tek sebebi buydu.

"Yemek hazırladım!" Bağıran ablasını umursamadı. Dudakları ağırca geriliyordu, heyecan tüm bedenini sarmıştı ve kusacak gibi hissediyordu. Yine de mutlu olmalıydı, bu onu mutlu etmeliydi.

"Dışarıda yerim!" Gömleğinin düğmelerini ilikleyip hırkasını aramaya başladı. Köşede duran şapkayı da kafasına geçirip odadan çıkacaktı ki ablasıyla burun buruna geldi.

"Yine ne işler peşindesin?" Göz altlarına kaydı bakışları. Bir an için durdu ve heyacanını ya da başka her şeyi unuttu. Derinde bir yerleri çok, çok üzülmeye başlamıştı.

"Gelirken çikolatalı pasta alacağım, kardeşine kızma~" Ablası ellerini ittirmeden önce ona gülümsedi. Bu onun için yeterliydi. Endişelenmesini istemiyordu. O, buna değmezdi.

Ayakkabılarını giyip ablasını da öptüğünde ılık caddeye karışmak için çıkmıştı kapıdan. Suratında hala heyecanlı bir gülümseme vardı. Bu sefer işleri berbat etmeyeceğine emindi sanki. Sadece, normal bir randevuydu işte.

***

Görüş açısına giren kafe heyecanını körüklese de herhangi bir hata yapmamak için didiniyordu. Saçma sapan ve olağandışı alışkanlıkları son bulmuş, normal bir insan olmuştu. Onu seviyordu, evet, seviyordu.

Gözleri pek de kalabalık olmayan mekânda onu buldu. Yalnız olmayışı midesinde küçük çaplı bir huzursuzluğa sebep olsa da gülümsemek adına kendini zorluyordu. Cidden zordu. Dişlerinin gıcırdadığını duyabiliyordu.

"Junhui!" İnce ses masadakilerin de dikkatini çekmiş, tüm gözler bir anda onu bulmuştu. Terlemeye başlasa da hala gülümsüyordu.

"Jia..." Küçük bedenine sarıldı ve onun için ayrıldığını düşündüğü yere oturdu hemen.

"Millet, Junhui ile tanışın." Tedirgince masanın etrafındaki gençleri süzüyorken pembe saçlı bir kız, kocaman gözleriyle elini kaldırdı. Barbie bebekleri andırıyordu. Cildi porselen gibiydi.

"Ben Siyeon, Kong'da çalışıyorum." Gözlerini ondan ayırmaya çalışmadan hemen önce gülümsediğine emin oldu. Baktıkça bakası geliyordu insanın fakat bu doğru olmazdı.

"Yujin ve Minji," Kıvırcık saçlı iki kız gözlerini kırparak söylediler. "Biz de Kong'da çalışıyoruz, anlamışsındır zaten."

Jia'nın neden orada çalışması için onu zorladığını yavaş yavaş anlamaya başlıyordu.

"Soonyoung ben, Kong'da çalışıyordum fakat istifa ettim–"

"–ettirildin." Jia göz kırparak düzeltti mavi saçlı çocuğu. Onun aksine Soonyoung olduğunu söyleyen çocuk gözlerini devirmişti. Ortada neler döndüğünü tabii ki bimiyordu. Ayrıca masadakilerin tamamı —tanışmadığı iki kişi daha vardı— setten fırlamış gibiydiler. Kendini kötü hissetmesi bir yana, bunun bir randevu olacağını sanıyordu. İçinde bir yerler hayal kırıklığı ile kavruluyordu.

"Gitmeyin üstüne." Görüntüsünün aksine ciddi bakışlı olan çocuk Jia'ya ters ters bakıp Soonyoung'un elini tuttu.

Derin yutkunuşunun dikkat çekmemiş olması için dua etmeye başlamıştı bile Junhui.

"Ah, bu da Jihoon. Lee Kong'un biricik oğlu, Kwon Soonyoung'un ise biricik erkek arkadaşı."

Pekala, Jia kesinlikle mimiklerini iyi kullanıyordu.

"O da mı Kong'da çalışıyor?" Sessizce Jia'ya sordu. Masaya geldiğinden beri bir iki kelime anca çıkmıştı dudaklarından. Konuşunca susadığını fark etti.

"Söyledim ya, Kong'un oğlu. Ah, Kong hakkında hiçbir fikrin yok değil mi?" Kızın mimikleri hızla değişiyorken tepkilerine yetişmek imkansızdı. Ayrıca, Kong hakkında bir şey bilmek istemiyordu ki.

"Kong, Lee Kong tarafından kurulmuş bir ajanstır. Yetişkinler üzerine olması bir yana, orada çalışanlar fazlasıyla özel insanlardır. Lee Kong hepsini üstün tutar." Kalın sesli bir çocuk açıkladığında gözleri hızla onu buldu. Masadakiler —Jihoon hariç— asil bir şekilde gülümsemeye başlamışlardı bile. Elit takımdı bu.

"Ben Wonwoo," Güldü. "Kong'da çalışıyorum." Omuz silkti ve gülümsemesi daha yumuşak bir hal aldı. Muhtemelen Junhui'nin düştüğü durumun farkındaydı.

Ona karşı sebepsizce sempati besledi. Tek dileği hislerinin ondan bağımsız yeşermemeleriydi. Geçmişte fazlasıyla dert olmuşlardı başına.

"Anladım." Kafasını salladı. Herkesin gözü üzerindeydi, bunu hissedebiliyordu.

"Sevgilim," Jia'ya çevirdi bakışlarını. Üzgünce ona bakıyordu kız. "Neden bu kadar inatçısın?" Büzdüğü dudakları pespembeydi. İncecik dudaklarından nasıl oluyor da kaymıyordu ruj dedikleri şey?

Uzandı ve yanağını öptü. Kıvırcık saçlı iki kız kıkırdarken hangisi Yujin, hangisi Minji ayıramıyordu fakat utanmıştı. Bir erkek olarak utanması yersizdi. Hatta herkesin içinde o atmalıydı ilk adımı, ah, boş verin. Utanç vericiydi işte.

"Öyle ciddi yerleri pek sev–"

"Sence biz ciddi mi görünüyoruz?" Wonwoo böldüğünde ona çevirdi bakışlarını. Masadaki korumasız Junhui'yle uğraşmaktan hoşlanmış gibiydi.

Omuz silkti.

"Jia, belki de seninle baş başa takılmalıyız." Kız arkadaşının kulağına fısıldadığında diğerlerinin duymadıklarını umuyordu. Bilirsiniz, bu kaba olurdu.

"Pekala," Derin bir nefes bıraktı ve sandalyeden doğruldu genç kız.

"Çocuklar biz kalkıyoruz."

AQUA VITAEWhere stories live. Discover now