Biliyorum, biliyorum işte Wonwoo

191 18 49
                                    

Wonwoo'nun odası kısmında gözünüzde böyle canlansa hoş olur. Tabii gece olduğu için ışıklar ve perdeler kapalı olmak zorunda falan lfovöd

Yumuşacık saçlarım. Daha önce hiç bu kadar pamuksu olmamışlardı ve hoş. İçimden bir ses pembe olduğunu söylemişti, akan renkten de tahmin etmiş olabilirdim tabii fakat Jihoon bir büyücüydü. Ton farklarını bu kadar ince yakalayıp saçlarıma bir sanat işlemesini başka türlü açıklayamazdım.

Pembenin en açık tonundan başlayıp koyultması, uçlarını ise ince lilalar ve sonunda morla bitirmesi kendimi bana sevdirmişti. Saçlarım o kadar uzun değildi ve tüm bunları barındırıyordu, bunu nasıl anlatabilirim? Hissettiklerim değil, onlar bambaşka.

Bir de Wonwoo var. Bu harika işi benden önce gören gözleri tüm ilgiyi aşıladığından nasıl pamuksu hissetmem? Dudakları ağırca açılıp "Çok hoş..." demişti ama ben biliyordum. Tüm o söyleyemedikleri ve söyleyemeyeceklerini sığdırmıştı buna. O saçlarımı sevmişti.

Bir daha Jihoon'u küçümsememeyi aklıma not ettim.

"Soonyoung çok iyi bir aşçıdır." diyor Wonwoo düşüncelerimin oluşturduğu sessizliği bozarak. Bu sefer şöminenin karşısında başbaşayız. Akşam yemeğini hazırlamayı Soonyoung ve Jihoon devraldı.

"Onun kötü olduğu bir şey var mı?" diyorum ben de. Bu sorudan çok bir takılma ama beni ciddiye alıp düşünmeye başlıyor. Gülüyorum.

"Yalan," Bulmuş olmanın verdiği sevinçle bana sırıtıyor. "Yalan söylemekte berbattır."

"Kimmiş o berbat olan?" Jihoon tepemizde durmuş bize bakıyorken boğazımı temizliyorum. Bana hala gıcık oluyor. Yani sanırsam. Tüm sevimliliğimle —yeni saçlarımla artık sevimli olabildiğimi düşünüyorum— gülümseyip Wonwoo'nun bir şeyler söylemesi için içimden dua ediyorum. Fakat o tüm samimiyetiyle "Soonyoung'un çok kötü bir yalancı olduğunu söylüyordum." diyor. Of.

"Öyle mi?" Neden bana bakıyorsun Jihoon? Söylüyordum diyor, benimle ne ilgisi olabilir?

"Yemek hazır diyecektim." Burun kıvırıp mutfağa dönüyor ve Wonwoo hızla ayağa kalkıp "Haddinden fazla kıskanç." diye fısıltıyla söylüyor. Sonra elini uzatıyor, ben de kalkıyorum. "Sadece fazla sahipleniyor." diye düzeltiyorum onu. Gülüşerek giriyoruz mutfağa.

***

"Bugün Minghao'yla konuştum." Bunu şimdi mi söylüyorsun gibisinden bir bakış takınıp ağzımdakini çiğnemeyi durdurdum.

"Lee Kong senin için onay vermiş." Yani demek istiyor ki, artık halka açılmam için hiçbir engel yok. Ama benim takıldığım daha çok bunun neden önce bana söylenmemiş olması. Böyle kendimi daha çok bir kafeste gibi hissettirmek mi istiyorlar?

"Burada telefonlar çekmediği için sana ulaşamamış, bugün de şans eseri Wonwoo'yu arayınca..." Soonyoung ortamı yumuşatma görevini tekrar ve tekrar üstleniyorken iç çekiyorum. İştahım kaçtı bile.

Rüya gibi şeylerden sonra gerçekliğe itilmek bozguna uğrattı beni. Sanki yaşamımı burada, böylece devam ettirebilecekmişim gibi. Her akşam şöminenin karşısına geçip çikolata içecek ve terasta Wonwoo'nun güzel sözcüklerine maruz kalacakmışım gibi... Gerçekliğe uzun gibi görünen ama oldukça kısa bir sürede uyum sağlamıştım. Burada ise yalnızca ikinci akşamımdı. Güzel şeyler çabuk yer ediniyor insanda. Mesela, zamanı geldiğinde ben Wonwoo'yu nasıl bırakacağım ki?

AQUA VITAEWhere stories live. Discover now