Wonwoo hyung seni önemsiyor

214 21 65
                                    

Bavulumu toplamış Minghao'yu bekliyorken kapım çalındı ve gelenin Wonwoo olmasıyla kısa çaplı bir şok yaşadım.

"İşi varmış." deyip omuz silkti ve odaya kısa bir bakış atıp bavulumu kavradı. "Hadi, arabam aşağıda." Bir şey söylememe fırsat vermedi. Minghao gelmiyorsa, bu demek ki dört kişi olacaktık. Yani, o ikisi geliyorlardı değil mi?

Sanki düşüncelerimi okumuş gibi "Soonyoung ve Jihoon aşağıda bizi bekliyor." dedi. Neden beni almaya gelmişti ki? Kendim de inebilirdim. Geçen geceden sonra aynı yer kızarıp duruyordu. Ah, ve kulaklarım.

Yolculuk sessizdi, Soonyoung kafasını Jihoon'un omzuna koymuş bayağı bayağı uyuyordu. Arabayı dönüşümlü kullanacakları için sözde güç topluyordu ve kendini Jihoon'a bırakmıştı, Jihoon ise dışarıyı izliyordu. Wonwoo tamamen yola konsantre olduğundan çok ciddi görünüyordu. Yollar berbat olduğu için dikkatini dağıtmamaya özen gösteriyordum ve sıkıntıdan ölecektim. Tamam, ilk yarı kulaklık ve müzik iyi gidiyordu fakat bir yere kadardı.

Aslında Jihoon'la konuşabilirdim ama sohbet başlatma konusunda hiç ama hiç iyi olmadığımdan kaçamak bakışlar atmakla yetiniyordum. Bunu benim yerime Wonwoo yaptı. Mistik güçleri falan mı vardı yoksa başka bir şey mi bilmiyorum ama beni şaşırtıyordu.

"Junhui, biliyor musun Jihoon çok iyi resim çizer." Tabii ki bilmiyordum! Ayrıca bu nasıl bir soruydu, Wonwoo'nun amacını bildiğimden şaşırmış gibi yapıp Jihoon'a döndüm.

"Güzel sanatlar mı okuyorsun?" Kafasını salladı. Son partideki tatlı çocuk gitmiş, yerine dik bakışlı, o arıza çocuk gelmişti. İnsan ondan hiç konuşmasa bile çekinebilirdi.

Hala dik dik Wonwoo ve bana bakıyorken Soonyoung kıpırdandı ve Jihoon, tüm dikkatini ona verdi. Bakışları birden ilgili bir hale bürünmüş, canlı duygularla dolmuştu. Demek insanlar gerçekten birbirlerini sevebiliyordu.

İmrenmek... İmrenmek bu olsa gerek.

Arabasının beni büyülediği gibi evi de ağzımın dört köşe olmasına sebep olmuştu. Tabii. Söylüyorum, bu görgüsüzlük değil. Sadece onun gibi birinden böyle şeyler beklemiyorsunuz. Mesela Soonyoung'dan beklenir. Ama Wonwoo tamamen başka bir havaya sahip.

"Dikilmeye devam edecek misin?" Bakışlarımı ayakkabılarıma çevirip onun tabiriyle dikilmeye bir son verdim ve diğerlerinin ardından büyük eve girdim. Tamamen tanıdık, bilirsiniz, iki katlı ahşap, büyük bir ev. Ya da bilmezsiniz. Çünkü görünüşten çok... farklı bir havası var. Tıpkı Wonwoo gibi.

Yerleşme ve evi ısıtmakla akşamı ettiğimizde dördümüz de şöminenin karşısına kurulmuş oturuyorduk. Jihoon yorgunluktan kendini Soonyoung'un kucağına bırakmıştı. Oldukça huzurlu ve rahat görünüyordu, itiraf etmem gerek, küçük bir çocuktan farksızdı. Soonyoung bana, zaten öyle yetişti, demişti.

Ben de, gözünü ateşe dikmiş Wonwoo'ya bakıyordum ara ara, başka yapacak bir şey yokmuş gibi. Ne düşünüyor, aklında ne var, neden bu kadar merak ediyorum? Sonra bana döndü ve hazırlıksız yakalandım. Suratına vuran ateş onu kusursuz gösteriyordu.

Sanırım düşüyorum, aşağıya, dibe. Derine ve en derine. İnkar etmeyeceğim. Hayır etmeyeceğim. Bu arzudan başka, eskisi gibi toy değilim. Farkındayım. Beni saran farkındalık çığlık çığlığa sanki saçlarıma asılmış, çoktan diyor, çoktan düştün seni aptal. Tüm bunların sonunda kendime ayırdığım bir nebze saygıyla söz veriyorum, kendimi ellerine bırakmayacağım.

"Kahven soğumadı mı?"

Bardağı yoklamıyorum bile, öylece ellerimin arasında. Sıcak mı soğuk mu hissetmiyorum, omuz silkip gülüyorum.

AQUA VITAEDonde viven las historias. Descúbrelo ahora