Seninle bir olabilirler mi?

166 16 61
                                    

Suratında patlayan tokatın etkisiyle yana düşen başını titreyen dudakları izledi. Gözlerini sıkıca yumdu ve 'geçecek' dedi. Her şey geçiyor.

"İbne! Kaldırsana kafanı oğlum!" Alaylara dayanamıyordu. Pantolonuna uzandı ama eklemlerini sızlatan bir darbeyle öylece yere, dizlerinin üzerine düştü. Üşüyordu. Artık giyinmek istiyordu.

"İstiyor musun? Söyle, istiyorum de!" Diğeri saçlarına asıldı. Acıyla inliyorken "İstiyorum!" diye çığlık attı.

Madde bağımlısı olmak böyle bir şeydi. En lanet çukurlarda, en lanet insanların lanet şeylerine maruz kalabiliyordu insan.

Junhui birkaç darbeden sonra zevksiz bir sekse maruz kalıyorken aklında olan tek şey küçük haplardı. Belki daha fazlası. Bu eziyet bittikten sonra ulaşacağı şeyler onu acıya rağmen gülümsetiyordu.

***

"Ne düşünüyorsun?" Ateşten yüzümü çevirmedim. Nasıl da engebeliydi her şey. Nerelerden, kimlerden geçmiştim. Nelere katlanmıştım.

"Sigaran var mı?"

Neden bunları düşünüyordum ki şimdi? Küçük bir çadır, sıcacık bir ateş ve mükemmel bir hava vardı. Wonwoo mükemmeldi ama ben sigara istiyordum.

"Kullanmıyorum." Kafamı salladım. Zaten bunu beklemiyordum. O böyle şeylerle ilgilenen biri değildi. Sözde ben de sıyrılmış, kurtulmuştum. Tabii. Şu arada gelen ruh halim beni köreltmese becerecektim bir şeyler.

"Canını sıkan bir şey varmış gibi, Jihoon dışında." En sonunda bakışlarımı kaldırıp gözlerine baktım, dudaklarım kısık gözleriyle hafifçe gerildi ve omuz silktim. "Huzuru çok derin hissedince, derindeki bazı anılarla karşılaşıyorum." Anılar. Lanet anılar. Tamam Junhui, geçti. Hem, artık saçların uzun veya pis değil. Jihoon tarafından büyülendin, unuttun mu? Unuttun mu Junhui?

"Tabii. Anılar." Ateşi karıştırdığı çubukla oyalanmaya devam ediyordu. Hayır, onun moralini bozmaya hakkım yoktu.

"Ah, demek meşhur göl buydu ha?" Derin bir nefes çektim içime. Dudaklarımdaki gülümsemeye şahit ol Wonwoo, sahte ama senin için.

Oyunuma katılıp "Jihoon bayılıyor." diye sırıttı. Bence Jihoon'un bayıldığı şey gölün büyüleyiciliğinin yanında buranın sessizliğiydi. Huzur dolu ve düşündüren bir havası vardı. Eh, o da Soonyoung'la bol bol düşünüyor olmalıydı.

"Gelecek sefere dörtlü oluruz, şimdilik benimle idare et olur mu?" Mahçupmuş gibi görünmeye çalışıyordu ama dudaklarındaki kahkaha kendini ele verdi ve omzuna bir tane vurdum. Ben de gülüyordum. Sonra üşüdüğümü hissedip ateşe biraz daha yaklaştım.

"Tutuşmak istemiyorsan biraz uzak dur." Kalkıp çadıra gitti ve bir battaniyeyle döndü.

"Gel de sana yaslanayım, madem uyutmuyorsun buna da karşı çıkamazsın." Zaten karşı çıkacak gibi değildi. Oturduğum kütükte biraz sağa kayıp ona yer açtım. Battaniyeyi de paylaştım. Sonra huzurla kafamı omzuna yasladım. Ateş suratıma vuruyordu ve geri kalan taraflarım battaniyenin himayesi altında olduğundan tamamen Wonwoo'ya odaklıydım.

"Ne zaman tamamen sıyrılacağını merak ediyorum." Hiçbir zaman. Nereye gidersem gideyim, ne olursam olayım, bu hep içimde kalacak. Belki küçülecek, zerre kadar olacak ama kalacak işte. Geçmişim peşimi hiçbir zaman bırakmayacak.

"Yakında," diyorum. "Muhtemelen yoğunluktan uyuyacak vakit bulamadığımda fırsat bulamam düşünmeye de." Temiz havayı kocaman soluyorum, akciğerlerim fırlamış gibi oluyor ve geri bırakıyorum. Wonwoo'nun küçük nefeslerini eziyorum. En çok ben soluyorum. Uykum var ama. Gözlerim kapanıyor. Karşı çıkmaması için çaktırmadan kapatıyorum onları. Öylece omzunda uykuya dalıyorum.

AQUA VITAEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin