Ben pişman olmayacağım

194 17 69
                                    

Isınmaya başladığını sandığım hava bana kasım ayında olduğumuzu hatırlatırcasına soğumuş, deli gibi rüzgarlar esmeye başlamıştı. Kar da yakında gelecekti. Yani bence. Soğuğu sevmediğimi daha hangi şekilde dile getirebilirim?

"Şunu al." Küçük su torbasını elime tutuşturan Wonwoo'ya minnetle baktım. Sonra uyuşan dudaklarımı ısıtmaya başladım sağlıklı konuşabilmek adına.

"Bir dakika sonra başlıyoruz!"

"Yani şimdi, yeni on dokuz oluyor?" Kafasını salladı. Benim gibi titremese de üşüyordu. Üstelik böyle kasvetli bir ayda neden doğmuştu o küçük fare?

"Hediye konusunda bana—"

"Hediye istemez."

"Nasıl yani? Onun gibi biri neden hediye istemesin ki?" Şakaklarını ovuşturdu. "Jihoon'u tanıdığımdan beri —yedi yaş— hiçbir zaman yaş günlerinde hediye almadı. Odasına koyduğumuz paketleri bile çöpte bulurduk."

Enteresan bir çocuk diyorum, sonra abarttı oluyor. Hoş bu beni rahatlattı gibi. Hediye seçme derdi falan yoktu işte, oh.

"Partiye o yüzden 'doğum günü partisi' demiyoruz." Kafamı salladım. Konuşacak gücüm yoktu. Neyse ki beni anlayışla karşılıyordu. Rüzgardan dağılan saçlarımı makyöz Kim'den —saçlarımla da o ilgileniyordu— önce düzeltip çekim alanına yürüyorken de bana eşlik etti.

***

Sıcak ortam, çalışan soğutucular ve hafif, kulak tırmalamayan müzik. Atıştırmalıklarla dolu olan masa aç karnım için bir ziyafet olabilir ama ben 'arkadaşlarımın' suratlarından çekemiyorum bakışlarımı. Apaçık mutluluk okunuyor hepsinin gözlerinden. Çok şıklar ve bugüne özel görünüşleri. Jihoon'un naif ruhuna yakışır olmak için çaba harcamışlar gibi ya da bu kadar ince düşünen yalnız benim.

Soonyoung'un saçları simsiyah. Bu Jihoon'un boyamayacağı bir renk. Onun siyahı sevmediğini uzun zaman önce öğrendim. Muhtemelen saçlarının dinlenmesi için gerekli olan bu fakat çekici olduğu kimsenin gözünden kaçmaz. Dağınık ve koyu olmak onu tatlı, sevimli çocuktan çok başka şeylere dönüştürmüş.

Doğum günü partisini yaptığımızı es geçen Jihoon ise daha çok gülümsüyor gibi. Bunu uyduruyor da olabilirim ama o da kalp sızlatıcı derecede iyi görünüyor. Saçları artık pembe değil, parlak bir turuncu. Turuncu rengi midemi bulandırır, portakal veya mandalina bile yemem bu yüzden fakat onun saçları şeftali misali. Bana turuncuyu sevdirecek, başka ne diyebilirim?

Jia morun en koyusu saçları ve hafif makyajının oluşturduğu tezatla bir peri gibi. Çok hoş görünüyor. Çoğu erkeğin nefesini kestiğine eminim. Ona minnettarım. İki yanına oturan Minji ve Yujin de bir anlaşma içinde, renkli ve sade görünüşlüler. Bu sefer ayırt edici görünmeye çalışmamışlar. Saçları gökkuşağını taşıyor masamıza.

Sonra fark ediyorum ki —bu aynı zamanda şaşkınlıktan burnumu sızlatıyor— masayı çevreleyen herkes renkler içinde. Minghao, Minji, Yujin, Jia, ben... Wonwoo bile siyahtan uzak kahvenin açık tonlarında yüzüyor. O nefesimi kesen kişi. Fakat siyah parlayan Soonyoung. Hemen Jihoon'un yanında. Sanki ona, o koyulukla yaklaşabilecek tek kişi gibi. Hayır gibi değil, öyle. Onların arasındaki çekime imrendiğimi kendime ilk defa itiraf ediyorum. İmrenmek, belki delice kıskanmak.

İnsanları süzmeyi bırakıyorum. Elim rengi akmış, lila saçlarımda. Şekil verildiği için fazla oynamak istemiyorum ama ne zaman stres içime dolsa bunu yapma gibi bir huyum oluştu.

"Sergi için özel bir şeyler seçtim bile, en güzeli ben olacağım!" Jia'nın sözleriyle gerçekliğe dönüyorum. Jihoon'un ara dönem sergisinden bahsediyorlar. Bu onu mutlu ettiği için olmalı. Çünkü belli etmese de sergi kelimesi her geçtiğinde suratına yayılan ifade her şeyi açığa çıkarıyor.

AQUA VITAEWhere stories live. Discover now