Jihoon'u tanımak gerekiyordu

207 20 58
                                    

Soonyoung mutfakta ya da herhangi bir yerde sevdiği kişiden öpücük çalmanın sakıncası olmadığını savunan biri. Bu yüzden onu Jihoon'u öperken yakaladığım için şaşırmıyorum. Bu zaten oldukça saf bir öpücük. Sıcak ekmeğin üzerindeki çilek reçeli kadar. Beni şaşırtan Jihoon'un utanmazlığı. Sanki onun tam aksi.

"Bugün gölü görmeye gidelim." Soonyoung birden söylüyor. İçimden 'Bu soğuk havada mı!' diye yırtınsam da onca programın arasında tatile geldik ve evde kös kös oturamayız. Üstelik kafasını hızla sallayarak onaylayan Jihoon da çok tatlı görünüyor. Yani, suratına bulaşan çilek reçeli onu böyle gösteriyor olmalı.

"Eminim orayı seveceksin." Çayını içmeden önce söyleyen Wonwoo bana gülümsüyor. Tamam, atkı ve şapkam yanımda. Bir sorun yok.

"Hyung, çadırlarımız duruyor mu?" Çadır mı? Ciddi mi bunlar?

Şaşkınca gözlerim ikisi arasında gidip geliyorken Wonwoo onu onayladı. Daha önce de bunları yapmış olmalıydılar. Ayak uydurup keyifli zaman geçirmeye çalışmak benim yararıma olurdu.

"Junhui seninle kalır." Soonyoung önündeki peçeteyle dudaklarını silerken söylüyor ve kararsızca Wonwoo'ya kayıyor gözlerim. Bunu ona dayatamaz. Fikrini sorsa olmaz mıydı?

"Başka seçenek yok zaten, hem iyi bir çadır arkadaşı olacağımıza eminim." Sanki suratımda içimden geçen her şey yazıyormuş gibi, tuhaf bir ifadeyle bakıyor bana. Söylediklerini sonrasında idrak edebiliyorum. Dudaklarım bükülüyor ve "Uyurken tam bir canavara dönüşürüm." diye mırıldanmaktan alıkoyamıyorum kendimi. Bu Soonyoung'u kıkırdatıyor. "Kedi gibi."

"Benziyor cidden." Wonwoo'nun bana böyle takılmasına sinir oluyormuş gibi davransam da deli gibi hoşuma gittiğini gizlemek zorundayım, bu yüzden deviriyorum gözlerimi. "Çok komik!"

Havanın soğukluğu henüz hiçbirimizi etkilemiyorken sıcacık mutfakta kahvaltımızı ediyoruz ve dün akşam olduğu gibi, tüm rahatlığımızla şöminenin karşısına geçiyoruz. Aslında öncesinde Soonyoung'a mutfağı toparlamada yardım ediyorum. Jihoon bunlar için küçük, yani Soonyoung öyle diyor. Wonwoo ise oldukça sakarmış.

"Yarın gün doğmadan çıkarız." Hayır bunlar bana göre değil, hiç değil. Gün doğmadan ne demek? Ama Wonwoo suratıma öyle bakıyorken ne diyebilirim ki?

"Junhui güzellik uykusuna çok düşkün, onu sabah uyandırabilirsen neden olmasın?" Jihoon Soonyoung'a gizlice 'onun güzellik uykusundan sana ne' diye çıkışıyor fakat bunu Wonwoo da, ben de apaçık duyuyor, duymamış gibi yapıyoruz.

"Sorun değil, yarın eğlenceli olacak." Fakat modum düştü bile. Ben de Jihoon'la o ikisi gibi olmak istiyorum. Tamam, o kadar yakın değiliz ama olabiliriz. Bir ablam var, erkek kardeşim de olsun istiyorum. Asılan suratımı fark etmiş olacaklar, Soonyoung boğazını temizliyor.

"Neden kahve ya da çikolata yapmıyoruz?"

***

Soonyoung'un saçlarını Jihoon'un boyadığını söyleyen Wonwoo'ya tuhafça baktığımın o sırıtana kadar farkında değilim.

"Ciddi misin?" Jihoon sanki bu çok önemsiz bir şeymiş gibi omuz silkiyor. "Bir keresinde Wonwoo hyungın saçlarını da boyamıştım." Kafamda gökkuşağı renklerinde canlanan Wonwoo ile dudaklarım kıvrılıyor. Bunun hayali çok, çok güzel. Sanırım içimde renklere tutkun biri var.

AQUA VITAEWhere stories live. Discover now