Tanrım yanıyor, çok ateşli!

325 29 74
                                    

Televizyonda hoş bir Çin şarkısı çalıyorken Junhui ritme göre bacaklarını sallıyor, bir yandan da ablasına bulaşıkta yardım ediyordu.

"O çocuk her kimse ondan korkmaya başladım." Gülerek söyleyen ablasın dil çıkarsa da onunla aynı fikirdeydi. Wonwoo denen çocuk —adam?— onu bir çeşit hipnozun içine sokmuştu sanki. Jia aylardır peşinden koşmasına rağmen Kong'u reddediyordu fakat çocuk bir konuşmaya tav etmişti onu.

"Ona bu kadar çabuk güvenebildiğime inanamıyorum..." Mırıldandı, dün geceden beri bunu düşünüyordu. Haklı mıydı, geçmişi tamamen örtülecek miydi? Onlar gibi tasasız birine dönüşebilecek miydi?

Junhui'yi asıl şaşırtan şey pişman olmamasıydı. İçten içe teoriler yiyip bitiriyordu beynini fakat mutluydu sanki? Öyle olmayı umuyordu.

"Rahatla ve eğlenmene bak, daha gençsin bu senin hakkın." Köpüklenen bulaşıkları durulamaya başladığında gözlerini devirdi.

"Altmış yaşındaymış gibi davranmayı ne zaman keseceksiniz Wen Misei?"

Güldü "Öyle hissediyorum ama. Beni çabuk yaşlandırdın Wen Junhui."

Şaka yapıyordu, haklı olduğunu bilmeden. Muhtemelen baş belası kardeşiyle uğraşmaktan çıkmıştı alnındaki çizgiler.

"Yarın bir toplantı olacak." Mırıldandı.

"Ablan olduğum için gururlanmaya başladım. Bu çok havalı!" Ellerini çırptıktan sonra Junhui'nin saçlarını dağıttı.

Bulaşıkları bitirdiklerinde erken kalkacağı için ona iyi geceler dileyip odasına geçti. Uyuyamayacağını biliyordu fakat sorumluluk almaya başlaması iyi olurdu. Aslında, artık almak zorundaydı.

***

Sıralı sandalyelere ve masalara baktı. Ardından gözüne Soonyoung'un mavi saçları ilişti. Kucağında biri vardı —ki bu hiç şüphesiz onun minik kedisi Jihoon'du— ve onun saçlarıyla oynuyordu. Junhui bunun resmi bir toplantı olacağını sanıyordu fakat her zamanki gibi onu şaşırtıyorlardı.

Geldiğini belirtmek adına boğazını temizledi. Heyecanlıydı.

"Junhui gelmiş!" Jia boyu kadar topuklularıyla hiç zorlanmadan onun yanına koşturdu ve kollarını boynuna doladı. Şimdi Jihoon dışında herkesin gözü Junhui'nin üzerindeydi. Bir insan nasıl bu kadar umursamaz olabilirdi? Küçük fare...

Boynunu sıkan kollar gevşediğinde bir sandalyeye oturur vaziyette bulmuştu kendini.

"Wen Junhui," Yaşlıca bir adam söyledi. Junhui onu yeni fark ediyordu, sessizce gelişini izlemiş olmalıydı.

"Ben Lee Kong." Birden terlemeye başlaması ilginçti, neden bu kadar heyecanlandığı hakkında bir fikri yoktu. Açıkçası adamın yaydığı aura inanılmazdı.

Doğruldu ve saygıyla eğilip tekrar oturdu. Lee Kong'un düz ifadesi bir gülümsemeyle aydınlanmıştı şimdi. Gözleri Wonwoo'yu arıyorken onun en köşeden kendisine baktığını fark etti. Bu Junhui'yi biraz da olsa rahatlatmıştı.

Yujin ve Minji tıpatıp aynı giyinmişlerdi —onları ayıramıyordu— Siyeon ise pembe saçlarının arasına attırdığı turuncularla mutlu gibiydi. Siyah rujlu dudakları gergin bir şekilde duruyor, gözleri Kong'un üzerinde geziniyordu.

Onlar bu kadar aşırı saygı duyuyorlarken Kong'a, kendi oğlunun sevgilisinin dudaklarıyla oynaması işin ilginç yanıydı. Hayata karşı bu kadar tasasız olsa yeterdi herhalde.

"Seni aramızda görmek beni mutlu etti." Gülümsemeye çalıştı, neden burada olduğunu sorgulamayı bu sabah evden çıkarken kesmişti.

"Bir tanışmak istedim fakat konuşmayacaksın sanırım." Adam şakacı bir şekilde kaşlarını havaya kaldırdığında gülüşüne hafif ses katıp "Biraz heyecanlıyım." diye mırıldandı Junhui. Hemen yanında oturan Jia kıkırdamıştı. Bu duruma ondan daha çok sevindiğine kalıbını bile basardı.

AQUA VITAEWhere stories live. Discover now