Hey, Ji-kun! Beni bekle!

188 13 41
                                    

Yakın geçmişim aslında oldukça uzakta kalmış gibi. Ablama hala öfkeliyim. Mantıklı düşünmeme engel oluyor bu öfke. Ama mantıklı yanımın somutlaşmış ve beden bulmuş hali Soonyoung bir türlü beni rahat bırakmıyor. Ona neden anlattım ki? Boş verin.

"Öfkelenmen yanlış demiyorum sana, zaten öfkeni de sen yönetmiyorsun ama biraz da onun açısından düşün."

Ona 'her şeyi' anlatmadım. Belki de bu yüzden bu kadar kolayca çıkıyor kelimeler ağzından. Ya da ben abartıyorum. Kim bilir? İnsanın yaşamadığı şey üzerinden konuşması öyle kolay ki.

"Jihoon kaçta çıkıyor?" Senin artık gitmen gerekmiyor mu?

Doğrular can sıkıcı da olabiliyor. O yüzden Soonyoung, hadi, gitmeyeceksen bari konuyu değiştir.

Beni anlamış gibi gülümsüyor. "Onu beraber almaya gideriz, okulunu görmeni istiyorum."

Bir ebeveyn misali oluyor bu sefer de gülüşü. Fakat ben de gülüyorum çünkü Jihoon demek, neşe demek. Bu nasıl açıklanır bilmiyorum. Tüm karanlığın içinde aydınlık kalan yerler gibi o. Belki de en küçüğümüz olduğu için böyle düşünüyorum.

"Huysuzlanacak gibi geliyor ama..." Alt dudağımı büküyorum. Jihoon'un beni orada görmekten pek hazzetmeyeceğini düşünüyorum nedense. Anne babası okula gelmiş çocuklar gibi hallere girebilir.

"Sanmam. Aksine sevinir, tabii sen de biliyorsun bunu çaktırmaz. İki yakışıklı okuluna gidiyor, neden huysuzlansın?" Kıkır kıkır gülüyorum mimiklerine.

"Geçen sene Wonwoo'yu götürmüştüm yanımda," Farkına varmadan dikkat kesiliyorum anlatmaya başladığı hikayeye. Soonyoung'da hikayeler bitmiyor doğrusu.

"Ondan sonraki bir ay okulda Wonwoo konuşulmuş. Bilirsin o biraz suratsız ve kızlar böylelerini seviyorlar." Hiç de bile, Wonwoo'nun suratsız olmayan yönü daha kalp burkucu. İnsana hükmediyor.

"E o zaman şimdi de ben olay olmayayım?" Kafasını iki yana sallıyor. "Ama seni götürmek istiyorum."

Sonra tam olarak amacının biraz eğlence olduğunu anlıyorum. Jihoon 'ebeveynlerinin' okulda bulunmasını istemiyor çünkü okuldakilerin başını şişirmesinden hoşlanmıyor. Muhtemelen. Kim ister?

Söylemeliyim ki, aramızda yaşını gösteren yalnızca Jihoon. O tam bir on dokuz ve üniversiteli. Yirmi yedi olan Wonwoo'nun, yirmi altı olan Soonyoung'un ve yirmi üç olan benim de ondan pek bir farkımız yok sayılır. Daha çok, üst sınıf sunbaeler gibiyiz.

"Jihoon benden nefret ederse seni öldürürüm." diyorum kaşlarımı çatarak. Bu düşkünlüğümün farkına çoktan vardıklarını biliyorum. O yüzden Soonyoung sadece gülüyor.

"Şu limonatadan bir tane daha isteyeceğim."

***

Elinde koca resim çantasıyla bize doğru yürüyen Jihoon'u izliyorken suratımda bir gülümseme beliriyor.

Şey, fikrimi değiştirdim, Jihoon on beş de olabilir.

Boyundan büyük o çanta ve mint yeşili saçlarıyla çok sevimli görünüyor. Bahçede birkaç kişinin o geçerken kafasını çevirdiğini görebiliyorum. Sonra dönüp birbirlerine bir şeyler diyorlar. Yani, okulda popüler.

Ben fark etmeden suratımdaki sırıtış gururlu olanıyla değişiyor. Bana ne oluyorsa...

Soonyoung kalçasını arabadan ayırıp birkaç adım atıyor ve Jihoon yanımıza vardığında bir kucaklama veriyor ona. Ben hala çevreyi gözlemliyorum. Okul ciddi anlamda büyük. Kampüs garip giyimli ve garip ifadeli insanlarla dolu.

AQUA VITAEWhere stories live. Discover now