Şşştt, yamuk gülüş, kendine gel yoksa seni öperim.

146 13 39
                                    

İçtiğim kahve sanki uykumu körüklüyor. Yoğun işlemden suratımda çıkan iki küçük yara canımı yakıyor. Wonwoo'yla hala konuşmadık.

Dertlerim daha çok. Ama canımı sıkan birincil şey o sabah öylece kaçıp gitmem. Kendime hiç bu kadar kızmamıştım.

Bunu düşünmeyi kes Junhui. Daha iyi. Daha iyi olacak. Olmalı.

Çalmaya başlayan alarmımı susturup biraz daha yatakta kalıyorum. Yeni dairem uykuyu bana hiç bahşetmedi. Setlerde yarım yamalak aldığım uykularla ayaktayım. Kendime ne yapıyorum, sormayın. Saçmalıyor gibiyim fakat değilim de.

"Efendim, Jisoo?" Mırıltımı ezip geçiyor soluksuz sesi. Söylediklerini duyuyor sayılmam sadece dinliyorum. Yataktan çıkmam gerek, biliyorum.

"Beş dakika sonra aşağıda olurum." Zil sesi kulağımı delecek sanki. Muhtemelen geç kalacağımız hakkında zırvalıyordu. Bakın, işini yapmaya çalıştığının farkındayım fakat mutsuzum tamam mı? Sinirlendiriyor beni. Ben de onu gıcık ediyorum. Ödeşiyoruz işte.

"Daha yoğun bak!" Yoğun bakmaktan kastı ne anlamasam da bunu söylediğinde gözlerimin önünde yalnızca birinin bakışları canlanıyor. Ben de sertçe 'partnerimin' kalçalarına elimi koyup olabildiğince 'yoğun' bakmaya çalışıyorum. Sonra "İşte bu!" diye kendinden geçiyor zaten. Pekala, onlara istediklerini veriyorum ha?

"Sakin ol biraz." Seulgi suratıma kemiklerimi kıracakmış gibi baktığında elimi kalçasından çekip gözlerimi deviriyorum. Kız benden daha erkeksi, bunlar ne yapmaya çalışıyorlar?

"Kıyafet değişimi için beş dakika!" Dazlak kafalı set amiri bağırdığında Seulgi ile tamamen birbirimizden ayrılıyoruz. Zaten Jisoo anında esir alıyor beni. Kolunda giyeceğim yeni giysileri tutuyor. Ah Tanrım giysiler! Lütfedip bir tişört de koyabilmişler sonunda!

Öncesinde de —önceden kastım çok açık bence— bu tür pozlar vermiştim fakat çevrem sevebildiklerimle doluydu. Mesela hiçbir çıplak pozumu Wonwoo'suz vermemiştim. Tabii ya, bu hatırlanmaya değer. Her zaman setin bir köşesinde oturur, öylece gözlem yapardı.

"Üşüdüm ben." Jisoo gözlerini deviriyor. Ah işte bundan bahsediyorum. Benden çoktan yaka silkti. Sürekli sürtüşmemiz onu deli ediyor olmalı.

"Bak Jun—"

"Junhui." Düzeltmek lazım. Bana yalnızca fanlarım Jun der. Bir de isterse Wonwoo.

"Junhui," Bastırıyor. "Bilmende fayda var diye söylüyorum, böyle giderse çekimin sonunda Seulgi'den dayak yiyeceksin."

Sırıtıyorum. "Hadi ya?"

"Bak ben ciddiyim, partnerlerininin ağzını yüzünü dağıtmakla bilinir."

"Baksana, hadi yer değiştirelim. Hem siz daha çok yakışırsınız."

Bana dik dik bakıyor ve kısa çaplı bir kahkaha atıyorum. Anlaşabiliriz belki de. Ama istemiyorum işte. Ne yapalım.

Suratımı toparlayan makyöze tebessüm edip yerimi alıyorum. Böyle bazen içimden geliyor. Güzel bir gülüşe sahipseniz bunu kullanmanız gerek. Neyse, kısacık bir şort ve yakası bayağı bir açıklıkla parça pinçik olmuş bir tişört giyiyorum. İkisi de bembeyaz. Seulgi bana pis pis bakıyor. Onu da bembeyaz giydirmişler. Dizüstü çorabı ve benimkiyle eş şortu —onunki daracık— uyumluymuşuz gibi gösteriyor olmalı. Bu nedense bana Jia'yı hatırlatıyor. Zaman zaman 'Neden bir kızla olup kurtulmuyorsun Junhui?' diye sorduğumda olduğu gibi. Beni her kötü hissettiğimde iyileştirecek ve yanımda olacak bir kız hoş olurdu. Onu gerçekten sevmek isterdim. Ya da ne bileyim, ona karşı cinsel bir şeyler hissetmek. Arzu duymak. Çünkü ben Wonwoo domates soslu makarna yerken bile onu arzuluyordum. Sanırım önüme çıkan herkesi Wonwoo ile karşılaştıracağım. Beni tamamlanmış gibi hissettiren tek kişiyi. Yani, anlarsınız, ben genelde bir iki parçası kayıp bir yapboz gibiydim. O her nasılsa, ne yapıp edip buluyordu parçalarımı.

AQUA VITAEМесто, где живут истории. Откройте их для себя