Peki sen ne zaman fark ettin?

263 25 75
                                    

Halihazırda olan bölümleri Jun'un ağzından çıkarıp şimdi tekrar ona dönmek salak gibi hissettirse de, böyle daha iyi olacağını düşünüyorum. Olmazsa yine bir bakarız, keyifli okumalar çileklerim!🍓

Artık gözümü o kadar da korkutmayan büyük yapıyı izledim bir süre. Tam olarak bir hafta geçmişti. Endişeler beni alt ederken dikilmiş yine aynı şekilde izlemiştim Kong'u o gece. Siyeon'un doğum günü partisinin olduğu ve benim de kendimi Wonwoo'nun ellerine bıraktığım gece. Tamam, tam olarak elleri denemez fakat kontrolün bir miktarını yitirmiştim, itiraf etmeliyim.

Şu an ise Lee Kong'un şahsi çağrısı üzerine buradayım. Bir haftada neler mi yaptım? Hiçbir şey. Olanları ablama anlattım ve olanca tembelliğim ile odamdan dışarı adım atmadım. Bu süreç içinde Jia tarafından telefonlarım işgal edildi ve Wonwoo'dan hiç haber almadım. Çaktırmadan Jia'ya sormaya çalışmış olsam da saflıkta master yaptığından dolayı hiçbir şey öğrenememiştim.

"Lee Kong'un odasını—"

"Hey! Junhui!" Lafımı bölen sese doğru kafamı çevirdiğimde hızlanan kalbim eski monoton haline döndü. Bakışlarım da düşmüştü sanki. Of.

"Sen miydin Soonyoung..." diye mırıldandım. Çocuğun sesi kalın bile değildi, nasıl karıştırabilmiştim cidden...

"Kong'u mu arıyorsun?" Her zamanki sevecen haliyle şakıdığından kafamı aşağı yukarı salladım. Yine de "Diğerleri burada mı?" diye sormaktan kendimi alamamıştım.

Yürümeye başladığımızda bana cevap vermek için aralamıştı dudaklarını. "İkizler burada, Siyeon da Wonwoo'yla olmalı. Çekimleri vardı." İsmi geçince midemin düğümlenmesini görmezden geldim. Böyle geçici ve saçma hisler beni bu hale sokmamalıydı. Tepkilerimi kontrol altına alıp gülümseyebildiğim kadar gülümsedim. "Ee, Jihoon nerede?" Gülüşü gözlerinden taşıyorken suratı sıcak bir hale büründü. Düşünmekten alamadım kendimi, ben de az önce böyle görünmüş olabilir miydim? Yok canım, daha neler.

Saçmalık. Size de öyle geliyor muhtemelen. İnanın her ilgiye tav olan çocuklardan değilim. Belli bir farkındalıktan sonra böyle şeylere karşı ilgimi yitirmiştim. Kötü geçmişim ise eskide, çok eskide kalmıştı. Hem, artık Kong himayesinde sayılırdım. Korkmama gerek yoktu. Asıl sorunum, bir haftadır göremediğim Wonwoo'nun kafamda bayağı bir büyümesiydi. Olur olmadık zamanlarda aklıma geliyor, moralimin bozulmasına sebep oluyordu. Üstelik ortada hiçbir şey yokken. Hiçbir şey.

"Ah, o okulda." Ensesini kaşıyorken sorduğum soruyu yaklaşık bir dakika sonra hatırlayabildim ve tekrar gülebilmek adına kendimi zorladım. Aslına bakarsanız onların ilişkisini merak ediyordum. Kafede tanıştığımız zamandan beri. Wonwoo dışında aklımı kurcalayan şeylerden biri de buydu.

Bu... İlşkileri.

"Buralarda mısın?"

Bu da mı...

"Evet, öğleden sonra Jihoon'u almaya gideceğim. Görüşme bitince bana yaz ve bir şeyler içelim."

Kong'a özeldi? Yoksa bir sorun değil de yalnızca öylesine bir şey miydi?

"Tamam, görüşürüz." Söylediklerini ya da ağzımdan çıkanları algılayamasam da kapıyı çalıp cevap beklemeden içeri girdim. Kafam allak bullak olmuştu.

"Demek geldin..." Lee Kong dinç bir şekilde beni karşıladı. Kong benim için hala bir gizem olsa da karşımdaki adama sebepsiz bir çekingenlik besliyordum. (Kişi olan Kong'umuz ve ismini bu kişiden alan bir de ajansımız var, karışmasın.) Öyle bir aurası vardı ki, çevresindeyken istemsiz etkisi altına giriyordunuz.

AQUA VITAEWhere stories live. Discover now