Yİ/4.BÖLÜM

36.4K 1.2K 248
                                    

(KEYİFLİ OKUMALAR...)

SATIR ARASI YORUM YAPMAYI UNUTMAYIIN :))


|YOLCULUK İSTANBUL|-4

İnsanların belki de döngüsünün başlangıcı olan anne rahmine bilinçsizce düşen sihirli tohumlarla beraber; ilk, taze hissedilen yegâne duygu umuttur. Özellikle bir anne dünyaya ortak edeceği yavrusunun cefasını çekerken, hayalleriyle sefasını sürerdi, değil mi? Cezalanması için dünyaya atılan şeytana rastlamaması için tanrıya yalvarırken her insanın ondan bir parça benimsemiş olduğunu ne kadar acıdır ki bilmezdi, fakat zamanın gösterdiği kavisli, uzun hayat çizelgesinde kendimiz görüyorduk.

Bir insan yaptığı hataları; isteklice veya istemsizce işlediği büyük günahları niye şeytana yüklerdi? Çünkü bencildi, kendisinin yaptığını kabul edemeyecek kadar nankör, gözleri ilelebet süren açlığın sefaletiyle boyanmıştı. Büyüdükçe çelimsiz bedenimin ruhuna bulanmış bir açlığım vardı benim, defalarca umut ettiğim fakat her seferinde sonunun acı bir olumsuzlukla bitmesiyle son bulmuş bir açlık.

Umudun bittiği yerde, hırs başlarmış; öyle derler. Peki ben bu cümlenin aslını yaşıyorsam gelen bu nefretin ne anlamı vardı? Bir kez daha sorguladım kendimi...

Ben kimdim? Dünyaya niye geldim? Yüzlercesi, milyonlarcası daha...

Duyduğum ses tonu ile şaşkınlıkla kalırken, söylediği sözle bir anda durgunlaştım. Belki de bu adamdan kurtulmak için de içimde umut olmalıydı. Lakin önceliklerim vardı benim, bu şehre gelme nedenim... Bir parça bilgi için iş teklifini kabul ettiğim bir neden, bir hırs ve öfkem vardı. Ne kadar da acıydı, bir insan doğuştan nefretin kirli ellerine köle olabilir miydi? Ben olmuştum, çocukluğumdan beri yaşadığım kırık ve küstah olaylar zihnime bu duyguyu aşılamasını hatta yönetmesine bile izin vermişti.

Bu benim suçum değildi. Yaşadıklarımda, yaşayacaklarımda bana ait değildi.

Titrek bir nefes aldım ve hâlâ bulanık olan gözlerimi sildim. Sildiğimde daha da bulanıklaşan gözlerimi es geçip yavaşça ona doğru kafamı çevirdim. Çevirmemle beraber iri cüssesi karşımda, evin dış kapısının pervazına yaslanmış bir vaziyette, kollarını eskiden öğretmenlerimizin çiçek olun tabirine uyup bağlamıştı. Az öncekiyle eseri olmayan buz gibi bakışlar yerine daha düz ve duyguyu gözlerinin ardında ki duvara saklayan ilgisiz ifadesiyle bakıyordu.

Belki de pişman olmuştu?

Bu düşünceme içimden alayla, "Hah!" dedim. Pişman olmadığı yüzünde ki ifadeden de hala meydan okuyan bakışlarından da bariz belliyken benim böyle bir düşünceye ev sahipliği yapmam fazlasıyla saçmaydı.

Ona bakmanın bir işe yaramayacağını ve aramızda elle tutulur derecede ağırlık yapan sessizliği bozmak isteyerek ağlamaktan kaşınan ve tahriş olmuş boğazımı sertçe temizleyip, konuştum.

"Senin söylediklerini kafaya takmak mı?" dedim ağlamamdan dolayı çatallaşmış boğuk sesimle. "Umurumda bile değil."

Baran derin bir nefes alıp kapının pervazından ayrılarak, yavaş ve tok adımlarla tam karşıma geldi. Yavaşça ve bana baktığı her saniye daha da kalkan kaşlarıyla beraber çenesiyle yüzümü işaret etti, alayla bana baktı.

"Haklısın sende. İnsanlar canı sıkıldıkça ağlarlar." dedi ciddi ama alaycılığını bozmayan ses tonuyla. Az önce beni azarlayan adam şu an yanıma gelmiş ve apaçık benimle konuşmaya çalışıyordu, bu duruma gülesim gelse de şimdi ki halimle pek o ruh halinde durmuyordum. Hiç çekinmeden nefes alamadığım burnumu çekip, bende ayağa kalktım ve tam karşısına geçtim. O benden bir basamak daha aşağıda olduğu için boyumuz eşitlenirken, dilimle kurumuş olan dudaklarımı ıslatıp, gözlerimi kıstım. Karşımda tam gözlerimin içine bakan kahverengi gözlere dik dik baktım.

YOLCULUK İSTANBULUnde poveștirile trăiesc. Descoperă acum