Yİ/13.BÖLÜM

28.6K 1K 127
                                    

BÖLÜM ŞARKISI;KELLY CLARKSON - BECAUSE OF YOU

(KEYİFLİ OKUMALAR...)

|YOLCULUK İSTANBUL|-13

Bazen hayatın bilerek taktığı çelmelerle yere düşerdik değil mi?

Fakat bu basit bir yere düşme değildi. Yaralanırdık, dizlerimiz kanamaz; yüreğimiz yanardı. Daha sonra ise toparlanması bir hayli zor olurdu. Günden güne hangi gün düşeceğim diye beklerdik, beklemediğimiz anda ise çelmeye takılıp anında yere kapaklanırdık. Hayır, hayır bedenimiz değil, ruhumuz yere düşerdi; ilk önce acırdı sonra ise kanardı. Biraz zaman geçtiğinde ise kabuk tutar izi geçmeyecek yaralar bırakırdı. Yaraların izleri de unutulurdu aslında lakin acısı unutulmazdı. Bu yüzdendi sanırım kendime olan korkum, en yakınıma, beni doğuran kadına olan korkum...

Bir kez daha yaralanmak istemiyordum, acı çekmekse hiç istemiyordum. Neredeyse yirmi yıllık hayatımın her bir anında onun hayaliyle acı çekmişken karşımda göreceğim etli bedenine bir kez daha kapılmak istemiyordum. İzi geçmemiş yaralarıma bir iz daha bırakmak, ruhumun yansıyan aynasında bir iz daha görmek istemiyordum. Halbuki buraya gelirken ne de çok şey istiyordum.

Canımı acıtacak kadar sımsıkı yumruk olmaktan acıyan ellerim yavaş yavaş etkisini gösterirken vücudum şoktan kurtulur gibi aniden irkildi. Kocaman açılmış gözlerim karşısında ki boş odaya öylece bakmaktan vazgeçerek, yavaşça aşağıya doğru kıvrılarak kısılmış bir hal alırken kendimi büyük bir arafta hissediyordum. Aşağıda İstanbul'a gelme sebebim olan kadın vardı ve beynimde bulunan zırhlanmış iki taraf, iki farklı görüş...

Mantığım benim koltukta oturarak çivilenmemi sağlayan cümleyi tekrar yankıladı. 'Aşağıya ne olursa olsun inme! Onunla bu durumda karşılaşamazsın, buna hazır değilsin!'

Tam o sırada mantığıma düşmanca el sallayarak tehdit eden duygularım gün yüzüne çıktı. 'Şimdi aşağıya inersen, kaybedebileceğin hiçbir şeyin yok! Sadece şansını dene!'

Büyük bir kargaşanın içine giren beynim, artık dayanamayacağını belli eden isyan bayraklarını çekiyor ve bana umutsuz bir ağrı bırakıyordu. Başım ağrıyacaktı, bunun üstüne geçirdiğim sinir krizinin yorgunluğunu taşıyordum bedenimde. Ancak umurumda olmadığı aşikardı. Sadece durmak ve bir de düşünmek istiyordum. Aşağıda olan bir bedenin kokusunu ve huzurunu tahmin etmek değil, nefretini hissetmek istiyordum. Belki de ilk defa eski yaralarımın bugün bir kez daha kanayıp, acımasını istiyordum ama sonuç sadece boşluktu. Öyle çok şey hissediyordum ki, gözlerime yansıyan şey mutluluk veya hüzün değildi aksine; sadece boştu, ruhu terk etmiş bir beden gibiydi. Nefes alıyordu, bakıyordu, duyuyordu, görüyordu hatta elinin altındaki kumaşa bile dokunuyordu bedenim fakat hissetmiyordu.

Hissetmeden yaşanır mıydı? Halbuki hayat hissedince güzel değil miydi?

Peki... Ben neden hissedemiyordum?

Yoksa korkuyor muydum? Birisi neden annesini görmekten korkar ki, bir de hissetmekten?

Aniden derin bir nefes alarak ayağa kalktım. Topuklu ayakkabılar, uyuşmuş olan ayaklarıma yardımcı olmazken direncime güvenerek adımladım. Aldığım her nefes ciğerlerime küçük iğneler gibi batıyordu, hareketlerimse kontrolsüzdü. Ben değil, başka birisi yönetiyordu sanki. Girdiğim yatak odasının içine bir kez bile bakmayı denemeden gözlerimin hedeflediği boydan aynaya ayaklarım benden bağımsız gitti. Karşısına geçtim ve karşımdaki bedene baktım.

YOLCULUK İSTANBULWhere stories live. Discover now