7. Bölüm

4.2K 245 22
                                    

Multimedia kısmına bakarsanız, sanırım Sarah'ı anlayabilirsiniz. İyi okumalar.

Yavaşça ayağa kalktım ve fısıldadım. "Calum?" 

Tahmin ettiğiniz üzere, kimse cevap vermemişti, ve ben odamdaydım. Uyur gezer değildim. Yani bu, dün Calum'ın burada olduğunu hayal etmediğimi kanıtlardı. 

*

Bugün cumaydı ve okulu yeniden kırmıştım. Yaklaşık bir saat içinde şehir merkezindeki konser salonunda olmam gerekiyordu ve hiçbir şekilde hazır değildim. Hâlâ ağlayacak bir şekildeydim  ve bu hiçbir şeye yardımcı olmuyordu. Calum Hood, o günden sonra beni bir daha aramamış, üstelik numarasını değiştirmişti. Ne kadar erkekçe (!) değil mi? 

Duşa girmeye zahmet etmeyip, sadece saçlarımı yıkadıktan sonra, kafamda bir havluyla, odama geri döndüm. Dolabımı kurcalayarak, bir tişört çıkarttım. Üstünde Memories Never Die (Anılar asla ölmez) yazıyordu ve ben, kendi anılarımın ölmesini istiyordum. Altına kot bir pantolonda karar kıldıktan sonra, saçlarımı kurutmaya yöneldim. 

Bütün işlerim bittiğinde, son olarak üstüme deri bir ceket geçirdim ve biraz ruj sürerek, evden çıktım. 

Konser salonuna vardığımda, -aslında salon bile sayılmazdı, muhtemelen bir bardı ve konser salonuna benzetmeye çalışmışlardı- biletleri görevliye göstererek, içeri geçme izni aldım. Anladığım kadarıyla fazla kalabalık bir konser olmayacaktı. Ufak bir alandaydım ve sanırım erken gelmem bile bir işe yaramamıştı. Çoktan dolmuştu ve ben insanları iterek ilerlemeye çalışıyordum. 

Yaklaşık yarım saat sonra, grup sahneye çıktı. "Hoşgeldiniz!" diyerek gülümseyen Derek, birden bire çok mutlu olmamı sağlamıştı. "Eski bir şarkıyla başlamak istedik."

Yavaşça çalmaya başladılar, ve şarkıyı duymamla birlikte, yeniden ağlamak istemem bir oldu. "And honestly I have been begging for answers that you and only you can give to me. My voice crying loud, I've been crying for days now, and as I start to run, I stop to breathe." (Ve dürüst olmak gerekirse, cevaplar için yalvarıyordum sadece sen ve senin bana verebileceğin. Yüksek sesle ağlıyorum, şimdiye kadar günlerdir ağlıyordum, koşmaya başladım ve nefes almayı kestim.)

Buradan gitmek istiyorum, dedim kendime. Fakat beynim beni olduğum yere saplamakta kararlıydı. Oturmak için yavaşça yan tarafa döndüm, ve gördüğüm şey, buradaki herkesi öldürmek istememe sebep oldu. 

Calum Hood ve sarışın bir kız -tahminimce şu garip aksanlı domuz- masalardan birinde oturuyor ve birbirlerinin kulaklarına bir şeyler fısıldıyorlardı. İkisi de gülümsüyordu ve Calum arada bir şeyler dediğinde, kız ciyaklar gibi kahkaha atıyordu. Sakin ol. O bir piç kurusu.

Nereden geldiğini bilmediğim bir cesaretle, yanlarına yaklaştım. Calum kafasını çevirse beni görebilirdi ve ben kafasını çevirmesi için her şeyimi verebilirdim. Bir masaya oturdum ve önümde duran birayı -tadı kesinlikle iğrençti fakat mekandaki en hafif içki buydu- kafaya diktim. Hâlâ öldürücü bakışlarımı Calum'a yolluyordum ve lanet olası bana dönüp bakmıyordu bile. 

Bana iki saat gibi gelen bir süre zarfı sonrasında, Calum'ın bakışları masama doğru döndü. Yavaşça kafasını kaldırıp suratımı gördüğünde, sırıttım. Birayı kaldırarak, şerefe der gibi ona doğru uzattım. Siktir, diye mırıldandığını tahmin etmek zor değildi. 

Biramı bitirerek, ayağa kalktım ve başımın biraz döndüğünü hissettim. Önceden pek bira içmediğimden dolayı, -kim bu sidik tadındaki iğrenç şeyi içmek isterdi?- bunun normal olacağını kendime söyleyip durdum. 

Yavaş adımlarla, duvarlara ve kenardaki askılara tutunarak, kapıya doğru ilerledim. Başım inanılmaz derecede ağrıyordu ve yanımda hiçbir ağrı kesici ilaç yoktu. Kaderime razı olarak, dışarıya çıktım. Soğuk hava birden tenime işleyince, ciğerlerimdeki bütün havanın çekildiğini hissettim. Nefes alamıyor ve neredeyse ölüyor gibiydim. 

Yere yıkılacak gibi hissettiğimde, bunun aslında sarhoşluktan olmadığını farkettim. Tahminimce hastalığım yeniden tekrar ediyordu ve sanırım birileri bana yardım etmezse, cidden ölecektim. 

Bir çığlık kopardım.

Salondan gelen bir iki ayak sesi, bana doğru yaklaştı. "Şimdi seni k-kucağıma alacağım ve sana suni teneffüs yapacağım tamam mı?"

Sesin ne dediğini tam olarak algılayamıyor, ne derse sadece kafamı sallıyordum. Derin bir nefes çekmeye çalıştım fakat bu ciğerlerimdeki bütün havanın sadece gitmesine neden oldu. Dudaklarımda hissettiğim sıcaklığın ne olduğunu kavrayamayacak kadar bitkin durumdaydım. Sadece nefes almak ve yeniden aydınlığa ulaşmak istiyordum. 

*

Gözlerimi açtığımda, sokakta veya bir hastane odasında olmayı beklerken, hiç tanımadığım bir odada olduğumu farkettim. Bir hastane odası olamazdı çünkü hastane odaları beyaz ve ferah olurdu. Fakat burası ferahlıktan tamamen uzaktı. 

Lacivert duvarlar, onlarla tamamen uyumsuz siyah perdelerle bir araya getirilince vasat bir görünüm oluşturuyordu. Duvarların üstünde kenarları yırtık birkaç poster vardı. İçinde bulunduğum, kırmızı örtülü yatağın kenarında, iki çekmeceli, ufak siyah bir komidin vardı. Oda tamamen uyumsuzdu fakat ev sahibi, -kim olduğunu kesinlikle bilmiyordum- bunu pek takmıyormuş gibi gözüküyordu. 

Yavaşça ayağa kalktığımda, minik bir çığlık atmam bir oldu. Yerde kırık cam parçaları vardı ve bunlardan biri ayağıma girmişti. Ayağıma giren parçayı çıkardıktan sonra, odaya daha dikkatli bir şekilde bakmaya başladım.

Duvara keçeli kalemle ufak notlar alınmıştı. Keçeli kalem siyah, ve duvar lacivert olduğundan dolayı, dikkatli bakmadıkça kimse bunları farkedemezdi. Biraz daha yaklaşıp, yazılanları okumaya başladım. "25 Ocak," Yan tarafa doğru ilerledim. "Ginny Weasley, Sidney,"

Bunlar çok anlamsızdı. Notlar o kadar çoktu ki, bunların hepsini okuyana kadar, bir iskelet olurum, diye düşündüm. Yavaşça posterlerin önüne geçtim. Bir tane James Arthur, birkaç tane de The Beatles posteri vardı. Mayday Parade posterlerinin kenarları hafifçe katlanmıştı ve anlamsız birkaç kelime yazılmıştı. 'Hrasah' kelimesinin ne gibi bir anlamı olabilirdi ki? 

Odaya son bir kez daha göz attıktan sonra, dolabın önüne geçtim. İçini açıp, üzerinde anlamsız yazılar yazan tişörtlere tek tek göz attıktan sonra, kapıyı açıp, koridorda dolaşmaya başladım. Hafifçe mırıldanarak, "Hey, kimse var mı?" dedim. 

Cevap yoktu. 

Üst kata çıkıp bütün odalara tek tek baktım fakat çoğu boştu. Bir zamanlar dolu olduğundan kesinlikle emindim. Birden, karşımda çıkan oda, bana o kadar tanıdık gelmişti ki, içeriye girmemek için kendimi tutmam gerekti.

Fakat daha sonra merakıma yenik düşerek, kapının kolunu hafifçe oynattım. Kapıyı aralayıp, içeriye baktığımda, koltukta uyuyakalmış bir erkek silueti görüş alanıma girdi. 

Yavaşça ilerledim.

Calum Hood'un evindeydim.

Siktir.

all i want is you ▸ c.h.Where stories live. Discover now