10. Bölüm

3.7K 252 14
                                    

Sınav haftam var ve sanırım bundan sonra bölümleri haftadan haftaya yayınlayacağım. Bö!

Nickie ile hastaneye vardığımızda, neredeyse akşamüstü olmuştu. Bana doğru bakarak sırıtıyor, onu daha fazla öldürmek istememe sebep oluyordu. "Ne var?" diyerek öldürücü-lazer-ışınları-saçmasını-dilediğim gözlerimi ona doğru çevirdim.

Sırıtarak bana baktı. "Çok komik görünüyorsun."

Dil çıkararak, odasının olduğu kata doğru çıkmaya başladım. Odanın önündeki sandalyede oturan ve şapkasını eline almış onunla oynayan Ashton'ı görünce, hafifçe gülümseyerek yanına gittim. "İçeri girebilir miyiz?"

Birden panikleyen Ashton, "Burada bekle," diyerek beni işaret etti. "İçeride giyiniyordu, işinin bittiğine emin olmam gerek, anlarsın ya," hafifçe sırıtarak içeriye gitti ve beni dışarıda bıraktı. Bu gruptaki her kişi salak olmak zorunda mıydı?

Nick tam ağzını açmak üzereyken, ona kapa çeneni, der gibi bir bakış attım. Kahkaha atmamak için bir sandalyeye oturarak, telefonun karıştırmaya koyuldu. İçeriden çıkmasının neden bu kadar uzun sürdüğünü merak ediyor, fakat hiçbir cevap bulamayınca sinirlenmemek için dudaklarımı kemiriyordum. Sonunda kapı açıldı. "Girebilirsin,"

Nick'i kolundan sürükleyerek içeri girdim ve Calum'un yanındaki koltuğa oturdum. "Daha iyi misin?"

Kafasını aşağı yukarı salladı fakat pek benimle ilgileniyormuş gibi gözükmüyordu. Hafifçe kulağıma fısıldadı. "Bu çocuk kim?"

Bu fırsattan yararlanabileceğimi farkederek, ona doğru döndüm. "Erkek arkadaşım."

Gözlerini kocaman açarak bana doğru baktı. "Ne zamandır bir erkek arkadaşın var?"

"Mmm, düşünelim." Elimi çeneme koydum. "Beni günlerce aramadığın ve numaranı değiştirdiğin zamandan beri."

Ellerini yumruk yaptığını gördüm. Dişlerinin arasından konuşmaya başladı. "Onu. Öldüreceğim."

Gülmemek için kendimi zor tutarak ona baktım. "Neden?"

"Çünkü o bir piç kurusu."

"Hah," diyerek ayağa kalktım. "Bunu sabah yanımda olacağına dair söz veren çocuk mu söylüyor?"

"Gitmek zorundaydım!" diyerek yatakta doğruldu. Kavga ettiğimizi farkeden çocuklar, yavaşça odadan çıktı. Nick'e kafamla git işareti yaparak, yeniden Calum'a döndüm.

"Gitmek zorunda olduğunu bana söyleyebilirdin!" Sinirden titriyordum. "Numaranı değiştirmen, kesinlikle erkekçe değildi!"

Hızlıca ayağa kalktı. "Sana gitmek zorunda olduğumu söylüyorum!"

Yavaşça bacaklarına doğru baktım ve bir tekme savurdum. "Umarım ölürsün! Piç kurusu!"

Hafifçe inleyerek bir adım önüme geçti ve çıkışımı engelledi. "Bir yere gidemezsin." Kapıyı kilitledi. "İzin vermiyorum." Anahtarı alarak, koca camlardan birinden dışarı savurdu. "Burada benimle kalacaksın."

Hızlıca onu duvara doğru ittim. "Midemi bulandırıyorsun." Gözlerimin dolmaması için elimden geleni yaparak, hızlıca camın olduğu yöne doğru gittim. "Tanrım, Calum Hood kesinlikle böyle biri olamaz!"

Yavaşça koltuğa uzanan Calum, nefes almakta zorlanıyor gibiydi. Göz ucuyla onu izliyor, fakat yanına gitmemek için kendimi zorluyordum. "S-sarah."

"Ne var?"

"N-nefes alamıyorum."

"Umarım ölürsün."

Başını bana doğru çevirerek, acıyla inledi. "Umarım ölürüm."

Yavaşça pencerenin önünde çömelerek, başımı dizlerimin arasına koydum. "Buradan çıkmak istiyorum."

Kararlı ses tonu kulaklarımı doldurdu. "Hayır."

"Neden?" diyerek başımı ona doğru kaldırdım.

"Çünkü benimle birlikte kalmanı istiyorum."

"Ama ben seninle kalmak istemiyorum."

"Sana fikrini soran olmadı."

Tiksintiyle suratına baktım. Bir insan bu kadar bencil olamazdı. Telefonumu cebimden çıkararak, Nick'in numarasını tuşladım. Telefonu açtığında, "Bana yardım et!" diye bağırdım.

"Neden?" dedi oldukça sakin bir sesle.

"Çünkü Calum beni bu odaya kilitledi ve öleceğim."

Kahkaha attı. "Biliyorum."

"Nasıl?"

"Luke bana her şeyi anlattı, sevgilim," dedi dalga geçer gibi bir ses tonuyla. "Seni seviyorum."

"Piç."

Telefonu suratıma kapattı.

"Senden nefret ettiğimi söylemiş miydim?" dedim Calum'a.

"Ah muhtemelen birçok kez." Duraksadı ve derin bir nefes aldı. "Ama daha çok, beni sevdiğini söyledin."

"Onların hiçbirinin bir anlam ifade etmediğini bilmeni isterim."

"Ben hâlâ aynı benim." dedi hafifçe gülümseyerek.

"Hayır," dedim sinirle. "Hayalimdeki sen ve gerçek sen arasında çok fark var."

"Hayalindeki ben nasılım?"

Gözlerimi kapayarak, hayalimdeki Calum'ı düşündüm. "Öncelikle," dedim fısıltıyla. "O mükemmel biri. Hiçkimseyi incitmez ve insanların duygularıyla oynamaz."

"Ee?" dedi. Sesi gittikçe kısılıyordu.

"İnsanlara gülümsediğinde, neşesini ve mutluluğunu onlara yayar. Birini severse, gerçekten sever ve onun duyguları onun için en önemli şey haline gelir. Sözleri tamamen doğrudur, çok zor durumda kalmadıkça-"

"Bunları nereden aklına getiriyorsun sen?"

"Hikayeler, kitaplar.. Sevdiğim ve hoşuma giden her özelliği hayalimdeki Calum'da topluyorum."

"Devam et."

"Çok zor durumda kalmadıkça, yalan söylemez. Güvenilirdir. Ama sen," dedim sesimi yükselterek. "Sen kesinlikle böyle biri değilsin."

"Gerçekten böyle mi düşünüyorsun, günışığı?"

Günışığı kelimesini duyunca, istemeden gülümsedim fakat ardından hemen toparlandım. "Gerçekten böyle düşünüyorum."

Koltuktan kalkarak, yavaş adımlarla yanıma geldi. Yavaş bir şekilde yanıma oturdu. "Kalemin var mı?"

Yanımda her zaman kalem taşıdığımdan dolayı, iç cebimdeki siyah kalemi ona doğru uzattım. "Al."

Kalemi aldı ve bileğimi kavradı. "Bak," dedi kısık bir sesle. "Bu bizim işaretimiz," Bir sonsuzluk işareti çizdi.

"Hayır," diyerek bileğimi geri çektim. "Seninle sevgili olsak bile, asla sonsuzluk gibi bir şansımız olmayacak, anlıyor musun?"

"Neden?"

"Çünkü sonsuzluk diye bir şey yok."

"Peki," duraksadı ve cümleleri kafasında toparlamaya çalıştı. "Peki ya dünyada sonumuz olmasaydı, sonsuzluk diye bir şansımız olur muydu?"

all i want is you ▸ c.h.Where stories live. Discover now