13. Bölüm

3.3K 240 26
                                    

İki adım atarak aramızdaki boşluğu kapattı ve tek bir hamlede arkama geçti ve "Seni burada," diye fısıldadı ensemi öpmeden hemen önce. "Şu anda istiyorum, Sarah."

"Calum," dedim onu arkamdan çekmeye çalışarak. "Sarhoşsun."

Sağ eliyle havluyu, göbeğim açıkta kalacak şekilde çözdü ve baş parmağıyla minik daireler çizerek, kafasını omzuma koydu. "Umrumda değil." Hareketlerinin etkisiyle, istem dışı titredim. Bu yaptıkları bir şekilde hoşuma gidiyordu. 

"Yapma," dedim.

Umursuyor gibi görünmüyordu. Aksine, hiçbir şey söylememişim gibi, beni kendine daha çok bastırdı. "Sana," dedi kulağımı dişleyerek. "Seni istediğimi söyledim."

Boş bulunduğu anda, tek hamlede kollarının arasından sıyrıldım ve ona döndüm. "Ve bende," dedim parmaklarını kavrayarak. "Sana sarhoş olduğunu söyledim."

Dudakları yukarı doğru kıvrldı. "Umursuyor gibi mi gözüküyorum?" 

"Ama ben umursuyorum."

Beni yeniden kendine doğru çekerek, sırıttı. "Beni istediğini biliyorum."

Gözlerimin içine bakıyordu ve bu ölmek istememe sebep oluyordu. Dudaklarımı ısırarak ona baktım. "Nasıl?"

Bakışları, gözlerimden dudaklarıma doğru kaydı. "Sarah?"

"Efendim?"

"Dudakların çok güzel ve seni öpmek istiyorum."

Şaşkınlıkla, gözlerimi kocaman açarak, ona baktım. "Ne dedin?"

"Seni öpmek istediğimi söyledim."

"Ehm, şey, pekala?"

Dudaklarını dudaklarıma bastırdı. Nane ve viski tadını alıyor, bu anın keyfini çıkarmaya çalışıyordum. Yumuşak dudakları dudaklarımı tamamlıyor, dili ağzımda keşfe çıkıyordu. Birden, ne yaptığımı farkederek, geri çekildim. 

"Ne oldu?" dedi meraklı gözlerini üstümde gezdirerek.

"O sarışın kız kim?"

"Ha?"

"Beni duydun. O kız kim?"

Yüzüme gelen birkaç teli kulağımın arkasına sıkıştırdı. "Sence şimdi bunun sırası mı?"

Yüzümdeki elini geri çektim. "Kesinlikle tam sırası."

Gözlerini devirdi ve kendini koltuğa bıraktı. "Boşversene." 

Boş veremezdim. Bu şeyi şimdi konuşmak istiyordum ve eğer bunu geciktirirsem, başıma geleceklerden ben sorumlu olurdum. İncinmek istemiyordum. Kararlı bir ses tonuyla cevap verdim. "Hayır."

Gitmek üzere kapıya doğru yöneldiğinde, önüne geçtim ve kapıyı kilitledim. Annem gelmeden, evden çıkamazdı. Eh, bu da benim işime gelirdi. 

"Ne duymak istiyorsun?" dedi yarı-kızgın bir tavırla. Ve bu haliyle, kesinlikle sarhoş gibi durmuyordu. "Seni sevdiğimi söylememi falan mı?"

Kalbimin daha fazla kırılacağını ummuyordum fakat bu sözleri üzerimde bir bomba etkisi bırakmıştı. Daha bugün, hastanede bana seni seviyorum demesi oldukça ironik bir durumdu. "Sadece gerçeği bilmek istiyorum."

"Gerçeği mi?" dedi düşmanca bir ses tonuyla. "İşte sana gerçek: Onunla yattım." Vücudumu baştan aşağı süzdü ve tekrar gözlerini gözlerime sabitledi. "Mutlu musun?"

Gözyaşlarımı gizlemek için uğraşmadan, sadece ona baktım. Bu yaptığı kesinlikle adiceydi. Ondan kesinlikle nefret ediyordum ve eğer o piç  bir gün ölürse, başına gelenleri hakettiği için, ona bir dakika bile üzülmezdim. "Senden nefret ediyorum."

"Ah, o hikayeyi daha önce de duymuştum."

Kendimi bir sinir krizine kaptırmadan hemen önce, hatırladığım tek şey, şiddetli bir şekilde Calum'a tokat atmam olmuştu.

*

Hafifçe gözlerimi araladığımda, yüzüme güneş ışığı falan gelememiş, mutlulukla cıvıldayan kuşları falan da duymamıştım. Anladığım kadarıyla, hâlâ gün doğmamıştı ve ben annemin yatağında yatıyordum. Dikkatimi, camın önünde durmuş, dışarıyı seyreden Calum çekti. 

Güçlükle doğrularak, onu izlemeye devam ettim. Üstünde kazağının olmasına rağmen, sırtı ve kaslı kolları belli oluyordu. Saçları dağınıktı ve kafasını cama dayamıştı. Birkaç saniye sonra bana doğru döndü. Gözleri kırmızıydı ve bu haliyle ağlamış gibi duruyordu. "İyi misin?" diye sordu fısıltıyla.

Neler olduğunu hatırlamam birkaç saniyemi aldı. "Burada ne yapıyorsun?"

"Kar yağıyor," dedi mesafeli ses tonuyla. "Yollar kapandı ve kapıyı kilitlediğin için bir yere gidemiyorum."

"Anahtarın aşağıda olduğunu biliyorsun. Alıp gidebilirdin."

Onaylarcasına kafasını salladı. "Evet."

"Ama gitmedin. Neden?"

"Seni bir kez daha yalnız başına bırakmak istemedim."

Deli biri gibi kahkaha attım. "Sen mi?"

Söylediklerimi duymamış gibi devam etti. "Saat gecenin 2'si. Uyuman gerekiyor."

Yatağın başlık kısmına sırtımı yasladım ve yan taraftaki yastığı alarak göğsüme bastırdım. "Uyumak istemiyorum."

"Ufak bir çocuk gibisin."

"Bunu bana amacının ne olduğunu bile söyleyemeyen kişi mi diyor?"

Gözlerini kapayarak, birden bağırmaya başladı. Ne olduğunu kavrayamıyor, sadece yastığı kendime daha çok bastırıyordum. "Tanrı aşkına!" dedi sesini daha da yükselterek. "Nasıl bu kadar bencil ve salak olabiliyorsun? Seninle birlikte olmayacağımı hâlâ nasıl anlamadın? Asla birlikte olmayacağız, Sarah. Asla. Anlıyor musun?"

Öfke ve korku damarlarımda dolaşıyordu ve ben ne diyeceğimi bile bilmiyordum. "Sana seninle birlikte olmak istediğimi söylemedim."

"Anahtarlar nerede?" diye sordu. Ne dediğimi duymamış gibiydi. Egoist piç, onunla birlikte olmak için yanıp tutuştuğumu falan sanıyordu. Şey, aslında öyleydi, ama bunu düşünemeyecek kadar berbat haldeydim.

Öfkeden ağlıyordum. "Aşağıda," dedim bağuk çıkan sesimle.

"Öyleyse gidiyorum," dedi. Hâlâ bağırıyordu ve bu benim korkudan ölmek istememe sebep oluyordu. 

"Arkana bile bakma!"

"Öyle mi?" dedi küçümseyen suratını bana doğru çevirerek. "Şimdi o kızı becermeye gidiyorum ve senin burada tek yapacağın şey ağlamak veya kendini becermek olur, Sarah Erica Jones."

"Kapa çeneni," diyerek yataktan kalktım. "Senden nefret ediyorum! Tanrım, midemi bulandırıyorsun." Birkaç adım atarak ona yaklaştım. "Ve biliyor musun, Calum Thomas Hood?" dedim soran bakışlarımla ona doğru. "Beni becermesini istediğim kişilerin listesini yapsaydım, inan bana, sen bu listeye bile girmezdin."

all i want is you ▸ c.h.Where stories live. Discover now