24. Bölüm

1.7K 218 31
                                    

Geciktiğim için üzgünüm, bir fikrim yoktu ve final için düşünmem gerekliydi. Ea, tatile gittim ve ondan sonra bir cenaze olayım çıktı. Her neyse, Different çevirisini de en yakın zamanda paylaşacağım. Umarım beğenirsiniz, iyi okumalar.

Ve şey normalde yorum tarzı şeyler istemem ama yorum yaparsanız gerçekten çok mutlu edersiniz ^-^

"Üşüteceksin," dedim yarı-kızgın bakışlarımla Calum'a doğru bakarak. Hava şuan ciddi anlamda soğuktu ve Calum, sahilde yarı çıplak bir şekilde koşuyordu. Üşüteceğini biliyordum.

"Ah hayır, ben üşütmem." dedi göz kırparak.

Onu ondan daha iyi tanıyordum ve eninde sonunda üşüteceğini biliyordum. "Calum, ciddiyim. Giyin lütfen."

Kuru kıyafetlerini ona uzatırken, bakışlarımı olabildiğince ondan uzak tuttum. Kıyafetlerini üstüne geçirdiğinde, yeniden ona baktım.

Telefonunun iç gıdıklayıcı melodisi yükseldiğinde, uzaklaşmasını seyrettim. Birkaç dakika sonra yanıma geldiğinde, "Gidelim mi?" diye sordu.

Kafa sallayarak doğruldum ve birlikte arabaya doğru yürümeye başladık. "Beni seviyor musun?"

Ters bir şekilde bana baktı. "Bu da nereden çıktı?"

"Sadece beni sevip sevmediğini merak ettim."

"Her anı mahvetmek zorunda mısın?"

Ciddi misin? der gibi ona baktım. Bana karşı bu kadar iyiyken, birden sinirimi bozması beni deli ediyordu. Bu anı mahvettiğim falan da yoktu, sadece merak ediyordum hepsi bu.

Onu beklemeden adımlarımı hızlandırarak arabaya ulaştım. Bana yetiştiğinde, çatık kaşları gülmek istememe sebep oldu ve bunu engellemek için yanağımın içini dişledim. "Gerçekten her şeyi bozuyorsun."

Bir hışımla arabaya bindiğinde, içimden birkaç küfür savurarak ön koltuğa oturdum ve emniyet kemerimi taktım. "Beni derhal eve götür."

"Başka nereye götüreceğimi sanıyordun, kendi evime mi?"

Ona ters bir bakış atarak, başımı cama doğru çevirdim ve dışarısını izlemeye koyuldum. Yanından hızla geçtiğimiz ağaçlar ve bu ölüm sessizliği gerçekten canımı sıkıyordu. Birkaç şey söylemeyi denemek için ağzımı araladım ama hiçbir şey söyleyemeyecek kadar sinirli hissediyordum. En sonunda konuşmaya karar verdim. "Ee, ne yapacaksın?"

Bakışlarını yoldan ayırmadan, düz bir sesle cevap verdi. "Ne yapacaksın derken?"

"Yani Avustralya'ya döndüğünde."

"Bilmem," dedi omuz silkerek. "Sen ne yapacaksın?"

"Üniversite için bir yerlere giderim herhalde."

"Üniversite mi?" dedi sağ eliyle saçını düzeltirken. "Gerçekten üniversiteye gideceğini düşünmemiştim."

"Ben ünlü değilim," diyerek ona minik bir hatırlatma yaptım. "Eğer adaletli bir şekilde yaşamak istiyorsam üniversiteye gitmek zorundayım."

Elleriyle direksiyonu daha çok sıktı ve umursamaz bir sesle konuştu. "Öyleyse sana iyi şanslar."

"Bana destek olmayacak mısın?" diyerek, şaşkınlığımı gizlemeden ona baktım.

"Beni olması gerektiğinden daha uzun süren bir yaz aşkı gibi düşün, Sarah. Gerçekleşti ve bitti. Bu kadardı."

"Benden ayrıldığını mı söylüyorsun?"

Kafa salladı. "Üzgünüm." Boş bakışlarla ona bakmaya devam ettim. Ona beni sevip sevmediğini sormadan önce oldukça iyiydik ve şimdi işi benden ayrılmaya kadar getiriyordu ve bu oldukça garipti. "İnebilirsin."

Ne zaman geldiğimizi farketmemiştim bile ve hareket edemeyecek kadar şokta hissediyordum. Ağlayamıyordum ve bu oldukça garipti. O hayatıma girdikten sonra oldukça sulugöz olmuştum. Umduğumdan daha yüksek bir sesle konuştum. "Neden?"

"Çünkü beni mahvediyorsun ve lanet olsun ki buna dayanabilecek kadar güçlü değilim. Yoruldum."

"Sana artık iyi hissettirdiğimi sanıyordum," dedim titreyen sesimle. "Beni sevdiğini sanıyordum."

"Artık her şeyi hatırlıyorsun değil mi?" diye sordu gözlerini gözlerime dikerek. Usulca kafa salladım. "Hatırlıyorsun ve sana yeni, güzel anılar verdim. Artık onları hatırlayarak acı çekebilirsin. Şimdi arabamdan in."

İstem dışı oynattığım elimle, suratına sert bir tokat geçirdim. "İnsanların duygularıyla oynamaktan zevk alan, adi bir piçsin."

Ardından arabadan indim ve eve girdim. Annem evdeydi ve ona yakalanmamak için hızlı adımlarla odama çıktım ve kendimi yatağa bıraktım. Kriz geçirene kadar ağlamak istiyordum fakat lanet olsun ki, gözümden bir damla yaş bile akmıyordu. Bu durum oldukça rahatsız ediciydi.

Her şey harika gidecek moduna girmişken, beni birden böyle bırakmasının, olaylara heyecan katmak istemesinden başka bir açıklaması olamazdı.

Olamazdı değil mi?

*

"Avustralya'ya geri döneceğim anne," dedim anneme bakarak. "Ve evet bu konuda çok ciddiyim. Londra bana göre değil ve orada arkadaşlarım var."

"Oraya Calum'dan ayrıldığın için geri dönmek istemediğine emin misin?"

"Calum'la bir alakası yok," dedim gözlerimi devirerek. "Döneceğim, o kadar."

"Pekala," dedi derin bir nefes alarak. "İşlemleri halledeceğim."

Kafamı sallayarak evden çıktım ve çoktan hazır olduğum için tanrıya şükrederek, yoldan bir taksi çevirdim ve gideceğim yeri tarif ettim.

Onu bir kez daha bırakıp gitmeden hemen önce, son kez onu görmek, ve bana nasıl hissetirdiğini hatırlamak istedim.

Konserin yapılacağı yere geldiğimizde, taksiciye parayı uzatıp indim ve konser saatini beklemeye başladım.

Sahneye çıktığında, oldukça berbat gözüküyordu ve onu bu hale soktuğum için kendimden nefret ediyordum. Hiçbir konuşma yapılmadı ve daha kötüsü, hiçbir enstrüman çalınmaya başlamadı. Etraftaki çığlıklar dinmişti ve herkes neler olduğunu en az benim kadar merak ediyor gibiydi. Dolu gözlerini, ve diğer hayranların ne düşündüğünü umursamadan sadece söylemeye başladı. "I wish that I could wake up with amnesia" (Keşke belleğimdeki her şey silinmiş olarak uyanabilsem)

all i want is you ▸ c.h.Where stories live. Discover now