20. Bölüm

2.4K 218 9
                                    

Güya 4 sayfa falan yazacaktım ama çok üşendim ve moralim biraz bozuk, o yüzden kusura bakmayın ve bununla idare edin. 

Edit: Bu mal ne yapıyor yea?! falan demeyin çünkü ne yaptığımı henüz ben bile çözebilmiş değilim. 

Onu bırakıp gitmek derken neyi kastediyordu? Ve delicesine aşık olduğum Calum Hood'ın videosunun, benim odamda ne işi vardı? 

Beynimdeki boşluklar yeniden belirmeye başlıyordu.

 Onları tekrar hatırlamak için diğer videoları izledim, ama hiçbiri, bir anlam ifade etmiyordu.

*

Terastaki koltukta kahvemi içerek otururken, arkamdan gelen ayak sesi korkuyla sıçramama ve kahvemin birazını dökmeme sebep oldu. Yanan bacağımın acısıyla sesli birkaç küfür savururken, arkama dönmem gerektiğini daha yeni farketmiştim. 

"Sarah?" dedi Calum. Ağzım şaşkınlıkla açılmıştı ve burada ne işi olduğunu bilmiyordum.

"Burada ne yapıyorsun?" dedim sesimin gereğinden fazla yüksek çıktığını farkederek. Ardından, asıl sorunun bu olmadığını farkettim. "Buraya nasıl girdin?"

Sırıtarak bana doğru yaklaştı ve ellerini belimde birleştirirken, dudaklarını dudaklarıma bastırdı. "Bunları bana sen verdin, sevgilim," dedi cebindeki anahtarları bana doğru göstererek.

Benim anahtarlarımdı.

"Sevgilim mi?" dedim kaşlarımı kaldırarak. "Benden nefret ettiğini sanıyordum?"

"Bu sorunu aşmamış mıydık?"

"Ne zaman?"

"Seni hastaneden sonra eve bıraktığım gün."

"Hastane mi?" dedim kafamın karışmış olmasını umursamamaya çalışarak. "Neden hastanedeydim?"

"Siktir," diye mırıldandığında, gözlerinin öfkeyle parladığını ve canının yandığını anlayabiliyordum. Ama nedenini bilmiyordum ve bu biraz, -aslında çok- garipti. "Bana her şeyi, benden nefret ettiğini bile söyle ama," dedi ellerini suratında gezdirirken. "Yeniden hatırlamadığını söyleme."

"Neyi yeniden hatırlamadığımı?"

Hiçbir şey demedi. Tek yaptığı donmuş gibi bana bakmasıydı. Ama aslında bana bakmadığını biliyordum ve neden böyle davrandığını anlamaya çalışıyordum. Hiçbir cevabım yoktu.

“Beni hatırlamıyorsun değil mi?” dedi dolan gözlerini gizlemeye çalışarak.

“Elbette seni hatırlıyorum,” dediğimde gözlerinden mutluluğunu anlamak zor değildi. “Sen Calum Hood’sın ve seni delicesine seviyorum ve sen de bunu biliyorsun.”

Gözlerini yeniden hayal kırıklığı kaplamıştı. “Bundan bahsetmiyorum. 2012’yi hatırlıyor musun?”

“Ah elbette!” dedim gülümseyerek. Brezilya’da harika zaman geçirmiştim. Neden?”

“Brezilya mı?” dedi şaşkınlıkla bana bakarak.

“Evet,” diyerek kafamı salladım. “Büyükannemin yanındaydım.”

“Büyükannen mi?” Birkaç adım atarak bana yaklaştı. “Hiçbir şey hatırlamıyorsun öyle değil mi?”

“Neyi hatırlamıyorum?” dedim yanaklarımı şişirerek.

“Beni, Avustralya’yı, Sydney’yi, Beatrice’ı. Ezikler Grubu’nu.”

Dedikleri şeyler pek umurumda değildi. Dikkatimi çeken tek şey, Ezikler Grubu’ydu ve onun ne olduğu hakkında hiçbir fikrim yoktu. “Ezikler Grubu da nedir?”

“Bize taktığın isim,” dedi dudakları hafifçe yukarı doğru kıvrılırken. “Bizim grubumuza,”

“Sizin grubunuz mu? 5 Seconds of Summer’a mı?”

“Şimdiki adıyla, evet.”

“Bana her şeyi anlat,” dedim koltuğa otururken.

*

Her şeyi anlattığında, gözyaşlarım içinde kalmış ve ne yapacağımı bilemez bir haldeydim. Sadece bu kadar iğrenç biri olduğum için kendimden nefret ediyor, onu bu kadar üzdüğüm için kendimi öldürmek istiyordum. Onu incitmiştim ve onun beni incitmiş olması, artık o kadar önemli bile değildi.

Sadece intikam almak istemişti ve ona hak veriyordum. Onun yerinde olsaydım ben de aynılarını, belki de daha kötülerini yapardım ve onu yargılamak, kimsenin, özellikle benim haddime değildi.

“Özür dilerim,” dedim bakışlarımı ellerime kenetlerken. “Tanrım, iğrenç biriymişim,”

“Değildin,” dedi gülümsemeye çalışırken. Gözyaşlarını gizlemeye çalışıyordu. “Tanıdığım en harika ve hayat dolu insandın, ve benden nefret etmen bu gerçeği değiştirmedi.”

Müthiş bir utanç duysunun benliğimi kapladığını, ve yanaklarımın kızarmaya başladığını hissedebiliyordum. “Sana..” dedim başımı aşağıya doğru eğerek. Mümkün oldukça göz temasından kaçınmaya çalışıyordum. “Sarılabilir miyim?”

Hiçbir şey demeden beni kendine sardı ve başımı omzuna koymama izin verdi. Bu his, oldukça tanıdık geliyordu ve bundan sonra ne yapmam gerektiğini bile bilmiyordum. “Seni seviyorum, Sarah,” diye fısıldadı. Bunu daha önce defalarca duymuş olduğumu anımsar gibi oldum.

Ona cevap vermek yerine, bir soru sordum. “Ya yeniden unutursam?”

“50 İlk Öpücük filmini izledin mi?” diye sordu beni kendine daha çok çekerken.

“Hayır,” dedim kokusunu içime çekerken.

“Oradaki adam, sevdiği kadın onu her gün unuttuğu için, kendini ona anlatıyor.”

“Ah,” diye mırıldandım. “Çok romantik.”

“Ve eğer bir daha unutursan,” dedi baş parmağıyla sırtıma ufak daireler çizerken. “Sana, ve seninle birlikte tüm dünyaya, bizim hikayemizi anlatmaktan asla bıkmam. Çünkü, bu artık bizim küçük sırrımız değil, Sarah.”

Bu sözleri ona çektiğim video günlüğünde kullanmıştım ve kullandığımda, sanırım hakkımızdaki her şeyi hatırlıyordum.

Şu geçici hafıza kaybı şeysileri, beni son derecede deli etse bile, bazen başıma bunlar geldiği için mutlu bile sayılırdım. Sonuçta hafızandan bir şeylerin silinmesi, ve onları çoğunlukla hatırlamaman ve silindiğinde geçmişten çoğu şeyi kesik parçalar olarak hatırlamak eğlenceli ve heyecan vericiydi. Aynı zamanda bana Calum’ı kazandırmıştı. Yeniden ve yeniden.

Oldukça iyi bir anlaşma sayılırdı.

all i want is you ▸ c.h.Where stories live. Discover now