1

54.6K 1K 862
                                    

Spor ayakkabılarımı aceleyle ayağıma geçirirken aklımdaki tek şey sınırdaki devamsızlığımdı. Mükemmel (!) notlar, ne yazık ki mükemmel devamsızlıkları da beraberinde getiriyordu. Bir kere daha geç kalırsam sınıfta kalacaktım ki bu yüzden sınıfta kalırsam, okulu bırakırdım.

Herkes bunu yapardı.

Koşar adımlarla merdivenlerden inip apartman girişindeki bisikletime atladım ve dışarı çıktım. Okulum evime çok yakın olduğu için bisikletle gidebilme avantajım vardı.

Güneşin gözlerimi kısacak kadar çok, terletip günü zehir etmeyecek kadar az olduğu günlerden biriydi ve bugün okula gitmemek için her şeyimi verirdim.

Ama işte.

Yolun boş olduğunu görünce bir saniyeliğine saçlarıma değen rüzgarın, tenime değen güneşin ve yeni açan çiçek kokularının tadını çıkarmak için gözlerimi kapattım. Hava yağacak gibiydi ama sıradan bir bahar yağmuru olacağı belliydi, güneş yakacak kadar olmasa da kendini belli ediyordu.

Ve gözlerimi açmama neden olan şey yere yapışmamdı. Ellerimle kafamın yere çarpmasını engellerken ağzımdan bir çığlık kopmuştu. Sızlayan dizimle birlikte kendimi tamamen yere bıraktım. Bisiklet kısmen hâlâ üstümdeydi ama dizimin ağrısı yüzünden onu umursayabilecek durumda değildim.

"İyi misin?" Başımdaki sesi duyduğumda sadece küfür ederek cevap vermek istesem de inlemeden başka bir ses çıkaramıyordum. Gözlerimi hafifçe aralayıp yaşardığı için bulanık görünen gökyüzüne ve başımda dikilen karaltıya baktım. Bisikleti üzerimden aldığında biraz rahatlamıştım. Sonrasında yerden kucaklanarak alındığımda gözlerimi kırpıştırarak açtım ve vücudumda korkudan dolayı salgılanmaya başlayan adrenalinle çırpınmaya başladım.

"Bırak beni!" Ellerimi yüzüne koyup ardı ardına tokat atmaya başladığımda bir yandan hâlâ beni tutmaya çalışıyor, bir yanda da ellerimi yüzünden uzaklaştırmaya çalışıyordu. "Bırak beni dedim sana!"

Bunun için kimse beni suçlayamazdı, İstanbul romantizm ve hayallerden ziyade şiddet, kapkaç ve dehşet şehriydi.

"Rahat dur!" Neredeyse kükreyerek konuştuğunda tokat atmaya bir saniyelik ara verdim. "Yere fırlatmamı ister misin?" Söylediklerine karşılık çığlık atmak için derin bir nefes aldığımda sırtım yumuşak bir zeminle buluştuğu için duraksadım. Yüzüme gelen saçlarımı aceleyle geriye atıp karşımdaki adama baktım.

Yüzü kalemle çizilmiş gibi güzel ve fazlasıyla sinirliydi.

Çarptığım -aslında bana çarpan- arabanın içinde olduğumu fark edince kalkmak için hareketlensem de dizimin ağrısı buna engel olmuştu.

"Deli misin sen?" Kaşlarımı çatıp soruyu soran adama döndüm.

"Ne diye kucağına alıyorsun?"

"Yerde can çekişiyordun." Tek kaşımı kaldırıp söylediği şeye cevap verme gereği duymadan yerdeki bisikletime baktım ve gördüğüm iç karartıcı manzarayla yüzümü buruşturdum. Biraz yamulmuştu ama tamir edilebilirdi sanırım. "Çok acıyor mu?" Adama döndüğümde biraz endişeli görünen bir yüz ifadesiyle yırtılan pantolonumdan görünen kanlı dizime bakıyordu.

"Biraz." Bana doğru büyük bir adım attığında refleks olarak kendimi geriye ittim. Bunu fark etmiş olmalı ki durup dizlerinin üzerinde eğildi ve dizimle yüzünün aynı seviyeye gelmesini sağladı.

"Dokunabilir miyim? Doktorum." Başımı aşağı yukarı salladığımda yarama dokunmadan diz kapağımı parmaklarının arasına aldı. "Dokunduğumda acıyor mu?" Kafasını kaldırıp yüzümü baktığında başımı hayır anlamında salladım. Tekrar dizime bir süre baktıktan sonra ayağa kalktı. "Önemli bir şey yok gibi görünüyor, yine de kontrol etmek için hastahaneye gideceğiz, tamam mı?" Sol kolumdaki saate baktım. Ah, çoktan geç kalmıştım.

Rebel | Daddy IssuesWhere stories live. Discover now