1.5

3.4K 193 18
                                    

Kuzey'den 

''Şuradaki Tuğçe değil mi?'' 

Doruk'un seslenmesi üzerine kafamı elimdeki telefonumdan kaldırıp gözlerimi sahaya girmek üzere olan Tuğçe'ye diktim.

Okuldan sonra, antremanımızın olması sebebiyle bir kaç öğrenciyle beraber futbol sahasına geçmiştik.

Bazı vazgeçilmezlerim vardı, bunlardan biri de futboldu. Küçük yaşlarda başlamış, öğretmenlerimin ısrarları üzerine ise takımdaki yerimi almayı kabul etmiştim. Beklentilerinin fazla olduğunu biliyordum. Bu yüzden onları hayal kırıklığına uğratmamak için çaba gösteriyordum. 

''Burada ne işi var?'' 

Elini kaldırıp bize selam verdi. Ardından gözleriyle sahadaki diğer oyuncuları taradı. Daha çok birini arıyor gibiydi. 

''Buraya geliyor.'' 

Miyoptum ve gözlük veya lens takmamakta ısrarcıydım. Yanımda bizimkilerden birinin olması kesinlikle işime geliyordu. Bir zamandan sonra dördü de bir yere odaklandığımı gördüklerinde orada ne olduğuna dair istemsizce rapor veriyorlardı.

''Selam, çocuklar.'' 

Ben, elimi saçlarıma götürmüş alnıma düşen saçları geriye doğru atarken Doruk oldukça keyifli bir şekilde söze atladı, ''Sana da selam.'' 

Ona anonim olarak açıldığımdan beri gözlerinin içine bakmakta zorlanıyordum. Her an, alnımda ''ben aradığın kişiyim..'' yazısı belirecekmiş de o kişinin aslında ben olduğumu anlayacakmış gibi geliyordu. Bunun, onu kaybetme korkumdan kaynaklandığını biliyordum. Aramızdaki ilişki, arkadaşlığın ötesine geçecek miydi bilmiyordum. Yine de tüm bu bilinmezliğe rağmen ona olan hislerimi bir şekilde açmam beni biraz da olsa rahatlatmayı başarmıştı. Elimden, bana bir şans vermesini istemekten başka bir şey gelmiyordu. Ama biliyordum ki her ne olursa olsun, onu her zaman masum gülüşüyle birlikte hatırlayacaktım. 

''Ne işin var burada?'' 

''Artık ben de takımın bir parçasıyım.'' 

Bana bundan hiç bahsetmemişti. Okulumuzda kız/erkek ayrımı yapılmaksızın takım seçmelerine istediğimiz şekilde katılabiliyorduk. Fakat, zaten öğrenci sayısı az olan okulumuzda voleybola duyulan ilginin az olmasından ve bu ilginin tamamen kız öğrencilerden oluştuğuna bakacak olursak voleybol istisna olarak gözüküyordu. 

Doruk, ''Gel seni takımdakilerle tanıştıralım..'' diye mırıldanıp oturduğu yerden hızla ayaklandı. Anlaşılan verdiğimiz mola buraya kadardı. Oturduğum yerden ayaklandım ve peşlerine takıldım. Toplam on üç kişi olmamıza rağmen antremanlara düzenli olarak katılan sadece altı kişiydik. 

''Gençler, bu Tuğçe..'' 

Elimi, enseme götürüp dört kişiden oluşan topluluğun etrafımızda çevrelenmesini izledim. Büyük ihtimalle yine aynı bizim gibi Tuğçe'nin nereden çıktığını ve takım hocamızı nasıl ikna edebildiğini çözmeye çalışıyorlardı. Tuğçe'yi bilirdim, aklına koyduğunu yapardı. Bu yüzden kurcalamak istemiyordum. 

''Bir türlü tanışma fırsatımız olmamıştı, ben Oğuz.. '' diyerek elini Tuğçe'ye uzattı Oğuz. Yüzünde samimi olmadığını düşündüğüm bir gülümsemeyi misafir ediyordu. 

''Tanıştığıma memnun oldum, Oğuz.'' 

****

Su dolu pet şişeye uzanıp içindeki suyu kafama diktim. Fazlasıyla yorulmuştum. Sahayı terk edenler bile vardı. Fakat Tuğçe, pes etmek yerine yorulmadığını iddia ediyordu. Bu çabasını anlayamıyordum. Sanki, kendini birine kanıtlamak istercesine azimle topu sürüyordu. 

''Tuğçe,'' diye seslendi Doruk sahada yalnız Oğuz ve Tuğçe kaldığında ''Bugünlük bu kadar yeter. Kan, ter içinde kaldın.'' 

''Ben iyiyim, siz kendinize bakın.'' 

İnatçı bir kişiliği vardı. Öyle ki onu vazgeçirmek mümkün değildi. Fakat, kendini kötü hissettiğinde buna bir son vereceğine adım gibi emindim. Bu yüzden buna takılma gereği duymuyordum. Takıldığım şey bambaşkaydı. 

Oğuz, diğerlerine nazaran Tuğçe'ye daha çok ilgiyle yaklaşıyordu. İşin ilginç tarafı, Tuğçe de onun bu jestlerini karşılıksız bırakmıyordu. 

''Niye birbirlerine o kadar yakın duruyorlar?'' 

''Abartma. Sadece çalışıyorlar.''

Söz konusu Tuğçe olduğunda abartmamak pek de mümkün olmuyordu. Doruk, yumruk yapıp betona yasladığım elimi dürtünce çatılan kaşlarım tam da düşündüğü şeyi yapacağımın habercisiydi. 

Oturduğum beton zeminden hızla ayaklanıp beş altı adımda yanlarına ulaştım. Öfkeme hakim olmak istiyordum. Aksi takdirde bu üçümüz içinde hiç iyi olmayabilirdi. 

''Tuğçe, biraz konuşabilir miyiz?'' 

Hafifçe kaşları çatıldı. Hayır, onunla konuşacak hiçbir şeyim yoktu. En azından şimdilik. Amacım,  onu neredeyse senenin başında beri kaptanlık için yarıştığım Oğuz'dan bir şekilde uzak tutmaktı. 

"Ne konuşacağız?"

Belki de bu soru, bulunduğu konumdan ayrılmak istemediğini belirtiyordu.

Elini, Tuğçe'nin beline atan Oğuz ona bir gülümseme bahşetti. Bu görüntü kanın beynime sıçramasını sağlarken Tuğçe'nin belinde olan elinden gözlerimi kaçırıp öfkemi kontrol altına almayı denedim.

"Müsaade edersen, bir on dakikalık işimiz kaldı Kuzey."

Oğuz'un lafı üzerine gözlerimi yeniden Tuğçe'ye çevirdim. Hiçbir şey yapmıyordu, demiyordu. Kimdi bu vasıfsız? Onu tanıyalı henüz iki saat olmamış mıydı? Neden ona karşı çıkmıyordu. Gerçek Tuğçe neredeydi?

****

•Uzun tutmaya çalıştım, bundan rahatsız oldunuz mu? Yoksa kısa bölümleri okumaktan daha mı zevk alıyorsunuz?

ay ışığı | texting Where stories live. Discover now