7-SEÇİMLERİN AZAPLARI

4.4K 427 246
                                    

Yazdığım en uzun bölüm oldu. Olaylar karıştı biraz. Toparlamak güç olacak.

Sizden, detaylara önem verip bana yardımcı olmanızı istiyorum. Konuşmada aksamalar ya da olayda karışıklıklar fark ederseniz yorum olarak düşer misiniz? Bölümü yazarken cidden kötü bir ruh halindeyim.

Şimdiden teşekkür ederim.

İyi okumalar!

_____._____

İnsan, boğazına bir ölüm takıldığında derin nefesleri dolduramıyormuş içine. Ölüm nefes kesiciymiş. Tıpkı bir ağrı kesicinin ağrıyı kestiği gibi, nefeslerinizi kesermiş. Elleriniz titrermiş. Ölen kişinin boşluğu, içinizdeki boşlukla yarışırmış. Dün giydiği hırkayı, ölmeden saatler önce yediği ve yarım kalan yemeği, su içtiği bardağı görür, siz baktıkça daha çok bıçaklarmış kalbinizi. Hepsi kimsesiz kalmış gibi sahiplerini beklermiş ama ölü çıkan bir daha canlı girmezmiş evine.

Daha önce kendimi hiç bu kadar yalnız, hiç bu kadar dışlanmış hissetmemiştim. Sanki tüm dünya birlik olmuş, tüm evren bana karşı durmuştu ve beni yalnızlığım öldürüyordu. Şimdi aynanın karşısına geçsem, baksam kendime bir hiç görürdüm. Ölü ama hâlâ nefes alan bir et yığını. Bileklerime kadar çektiğim acıyla bütünleşmiştim. Nefes alsam da almasam da ölücekmişim gibiydi. Ölmüşüm gibiydi. Bir boşluk vardı. Arada kalbim ağrıyordu. Tıpkı karnım gibi. Kahır çekiyordum. Bu yük fazla ağırdı ve unufak oluyordum altında. Kalkmak istiyordum, yapamıyordum. Bacaklarımı kesmişlerdi sanki. İlk defa felçli babamın nasıl hissettiğini anlıyordum. Ölü gibi, ölü değil gibi.

Arafta gibi.

Mezarlıktan çıkar çıkmaz, aklıma gelen ilk şey, nereye gideceğim olmuştu. Dünya'da bana ait bir yer yoktu. Bir evim yoktu. Ben her zaman bir misafirdim.

Düşündükçe daha kötü oluyordum. Babamın ölü bedeni geliyordu gözümün önüne. Ben daha önce hiçbir zaman onu bu kadar hareketsiz görmemiştim. Benim babam felçti ama daha önce hiç bu kadar hareketsiz gelmemişti gözüme. Çünkü artık nefes aldığı için inip kalkan bir göğsü yoktu. Çok zordu. O kadar zordu ki acıdan gözyaşım bile akmıyordu. Damarımdaki kan ilerleyemiyordu. Beynim çalışmıyordu. Kalbim atmıyordu...

Mezarlıktan ayrılmıştım. Babamın kaldığı eve gitmiş, koltuğa resmen yığılmıştım. Saatlerce aynı pozisyonda oturuyor ve sanki babamı asıl şimdi uğurluyordum. İşaret parmağımla desteklediğim kafam arada bilinçsizce düşüyor, bilincim geri geldiğinde de kendimde olmadığımı anlıyordum. Artık yaşamıyor sayılırdım. Babam benim ailemdi. İnsan ailesi ölünce hep biraz eksilirdi. Ben eksilmemiştim. Ben tamamen bitmiştim. Çünkü benim tek ailem babamdı.

Babamdan ayrıldığımdan, toprağını avuçladığımdan, son gözyaşlarımı toprağına damlattığımdan beri hiç ağlamamıştım. Gözlerim arada doluyordu ancak ben, yandıkları için dolduklarına kendimi inandırmış, akmalarına asla müsaade etmiyordum.

Odayı süzdüm. Etraf dağınık sayılmazdı. Az önce, babama bakmakla görevli hemşirenin yarım saatlik baş sağlığı konuşmasını sabırla dinlemiş, gitmesini beklemiştim. O giderken, ayıp olup olmadığını umursamadan yerimden dahi kalkmamış, gereksiz göz temasından da kaçınmıştım. Söylediklerine tek bir kez cevap vermiştim ve verdiğim cevap "Dostlar sağ olsun!" demekten öteye geçmemişti. Baş sağlığı dileyen yakınlara ne denirdi bilmiyordum. İlk defa bir yakınım ölüyordu. Küçükken babamla katıldığım bir cenazede böyle söylendiğini duymuştum. Bana çok uzak olan bir cümleydi ve ilk defa söylediğimden olsa gerek garipsemiştim. Ağzıma yakışmadığını ben bile hissetmiştim. Kadın gitti, dışarıda ölüme saygı da bitti. Gündemin babamın ölümüyle çalkalandığını biliyordum. Bunu umursamamıştım.

KIZIL ARAFHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin