33- KIYAMET ÇANLARI

1.9K 179 42
                                    

Of jürilerim bitmiyorrrr!

Ama okul başladığından beri iki haftada bir bölüm atmaya çalıştım bence iyi gidiyorum. Tabii elimde bölüm kalmadı orası ayrı konu ama :')

Bölüm sonunda devam ederiz sohbeteee!

Keyifli okumalar :)))

________.________

Hayatımın tam ortasında konumlandırılmış bir terazim vardı benim. Eskiden bilmediklerim ağır basıyordu ancak şimdi bildiklerim bilmediklerimi alaşağı ediyordu.

Ya da ben öyle sanıyordum.

Hep bir kefesinde ben vardım o terazinin ve gariptir ki, hep aşağılardaydım. Kendime rakip seçtiklerim hep suçlu olurdu. Kendimi suçsuz görmek haz mı veriyordu bana bilmiyordum ancak bir şekilde masum olduğuma inanmak istiyordum.

Öyleydim de zaten. Bahsettiğim günlük kavgalar değildi. Olaylı geçirdiğim günler hiç değildi. Bahsettiğim şey varoluşumdu. Herkes masum var olurdu ancak benim var olmam umut demekti Meryem'e göre. Laf arasında böyle bir cümle kurmuştu.

"Sen," demişti. "Tüm evrenlerin umudusun." O gün kendimden nefret etmeyi tamamen bırakmadım ancak azalttım. Madem var olmuştum, hem de çok iyi bir şeye hizmet etmek için var olmuştum, kendimi iyi olanlar tarafında görebilirdim.

O gün ilk defa kendimi bildim ve ilk defa kendime saygı duydum.

İlk defa, kendimi buldum.

Şimdi, sesler tamamen susmuştu. Derin nefesler eşliğinde bedenimin de ruhumun da beni yönlendirdiği ormana doğru yürüyordum. Sisin içinden sıyrılamamıştım ve görebildiğim kadarıyla çevremde beni takip eden, korunmama yardımcı olacak kimse yoktu.

Sadece yürüyordum. İçimden bir ses, bana yürümem gerektiğini söylüyordu.

Hakikate ulaşmak için...

Ormana giriş yaptığım ilk an, saçlarımı savuracak bir rüzgar çarptı bedenime. Öylesine serindi ki titrediğimi hissettim. Ellerimi bedenime doladım ve ufak adımlarla yürümeye devam ettim. Sabah saatlerinde olmamıza rağmen yürüdükçe hava kararıyordu. Bunun sebebini sise ve gökyüzünü kapatan bulutlara bağlıyordum.

Adımlarım biraz daha büyüdüğünde, nereye gittiğimi az çok kestiriyordum. Yavaş yavaş kararan havaya rağmen karanlığa varmak beni korkutmadı.

En sonunda, sisten kurtuldum. Karşımda, bir kulübe vardı. Tahtadan yapılmış, oldukça eski bir kulübe. İçeriden güzel kokular geliyordu.

Ve bir de ninni.

Adımlarım, kulübenin zar zor yetişebildiğim penceresine yöneldi. Cam yoktu. Dışarısı sıcak olduğundan, içeride üşümediklerinden emindim. Kulübenin girişindeki gaz lambası, uçsuz bucaksız ormanı geçtim, kendini bile zor aydınlatıyordu.

"Benim annem, güzel annem," dedi ince, silik bir çocuk sesiyle birlikte bir kadın sesi. Bir kız çocuğu olmalıydı. "Beni al, kollarına. Kucağında sakla beni, ninniler söyle bana." Kulübeye gittikçe yaklaştığımdan ses de artmıştı.

Adımlarım durduğunda, artık tam anlamıyla kulübenin içini görebilecek durumdaydım. Derin bir nefes aldım ve içeriyi incelemeye başladım.

Dışarıdaki gaz lambasından içeride iki tane vardı ve iç mekan küçük olduğundan etrafı aydınlatmak için yetiyordu da artıyordu. Gözlerim hızlıca etrafta dolaştı. Fazla eşya yoktu. En azından hayat sürdürmek için kullanılacak eşyalar dışında pek eşya yoktu. Yere serilmiş genişçe bir yatak vardı.

KIZIL ARAFHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin