DÖRDÜNCÜ BÖLÜM: SÜPERBERK

1.3K 172 74
                                    

Tüm hafta biriken kafa yorgunluğu ile sadece Beden Eğitimi derslerinde yapılan sporun kaslarda bıraktığı acının birleştiği bir cuma günü, Sude Akın ile buluşmaya, El spora, ben de eve gidecektik. Sude ve El söylediklerini yaptılar. Aslına bakarsanız ben de hedefime çok yaklaşmıştım. Otobüse binip evin kapısının önüne kadar gelmeyi de başardım. Elimi çantamın içine, anahtarımın her zaman olduğu yere attığımda hiçbir şıkırdama duymamam beni hiç de telaşlandırmadı. Çünkü ben o ana kadar hiçbir şeyini kaybetmemiş ya da unutmamış bir insandım sonuçta. Anahtarın çantamın içinde bir yerlerde olacağından gayet emin bir şekilde aramaya başladım. Yok. Çantamın içinde defter-kitap ne varsa boşalttım yere.

Yok, yok, yok. Allah'ım ne yapacağım ben şimdi? Annemler de yok. Onların da bu hafta Ankara'ya anneannemi ziyaret etmeye gidecekleri tuttu yani! Senin de anahtarı kaybetmenin tam zamanıydı değil mi Güzin! Ne yapacaksın bakalım şimdi?

Okuldan çıktığımda kararmaya başlayan hava artık kapkaranlık olmuştu. Yeni taşındığımız bu mahallede kimseyi tanımadığım ve bana pek güven veren bir yer olmadığı için iyice tedirgin olmuştum. Hah, tamam. Su'yu arayayım en iyisi. Telefonumu cebimden çıkartıp hemen hızlı aramada annemden sonraki sırayı almış olan Sude'yi aradım. Üst üste sanırım beş kez sonuna kadar çaldırdım telefonunu. Açmadı. Şaka gibi! Dünyaya telefonuyla gelmiş gibi yaşayan, onu âdeta bir uzvu gibi gören canım arkadaşım Sude telefonunu açmadı! Allah'ım bugün dünyanın sonu gelmişti de benim mi haberim yoktu acaba?
Sıra üçüncü favorim olan El'de idi. O benim son şansımdı. Hadi El, sen yaparsın, açarsın şu telefonu, hadi kanka. Sevgili dostum Ela'nın sesini duymayı beklerken orta yaşlı bir teyzenin aradığım kişiye ulaşamadığımı söyleyen hüsran dolu sesiyle telaşım doruklara ulaştı. Şimdi ne yapacaktım?

Annemleri arayıp telaşlandırmam anlamsız olurdu, dolayısıyla onlardan bir ton azar yemem de. Çaresizce evin önündeki basamağa oturup kızlardan birinin bana dönüş yapmasını beklemeye başladım. Sürekli tetikteydim. En ufak bir ses bile alarm durumuna geçmeme neden oluyordu. Orada oturalı ne kadar olmuştu bilmiyorum, iki delikanlı sokağın köşesinden dönüp epey gürültü çıkararak bizim evin oraya doğru yürümeye başladılar. Aralarında şakalaşıp gülüşüyorlardı. Kalksam yürüyüp gitsem, beni fark etmemeleri ihtimalini yok etmiş olacaktım. Koşarak uzaklaşsam daha kötü. O an elimden gelenin en iyisini yaptım: Saksı taklidi. Yani olduğum yerde kalıp beni görmesinler, geçip gitsinler diye dua etmeye başladım. Bana bulaşmasınlar diye gözlerimi aşağı indirip başka yere bakmaya çalıştım. Bir taraftan da mümkün olduğunca hareketlerini takip ediyordum. Of, kadın olmak ne zor iş! Dualarım kabul olmamış olacak ki seslerinin azaldığını ve kafalarının bana doğru döndüğünü fark ettim. Yere bakmaya devam ettim. İçlerinden biri:

"Hey fıstık! Beni mi bekliyorsun yoksa?" dedi.

Ses tonundan suratındaki pis sırıtışı tahmin edebiliyordum. Arkadaşıyla birlikte bu lafa hunharca güldüler.

O anki korkumu anlatamam. Hiçbir şey söylemedim. Ne kadar acıdır ki o an bunun sadece bir laf atma olmasını umut ediyordum, yani kötünün iyisini. İnsanın dişisi olarak doğduğuma, karşımdakilerin etrafta er kişisi olarak dolaşmasına lanet ettim. Ellerindeki yüz okuyuculu, parmak izi tanıyıcılı dokunmatik mini bilgisayar-telefonlarla geliştiğini sanan insanlığın, aslında insanlığın yakınından bile geçmemiş olmasına, dolayısıyla da kadınların hâlâ insan değil de sadece erkek-insanların cinsel ihtiyaçlarını karşılayan nesneler olarak görülmesine lanet ettim. Yüzüm eğik, gözlerim yerde çıt çıkarmadan duruyordum. Nefes bile almaya korkuyor, geçip gitmelerini bekliyordum. Ama öyle olmadı.
Diğeri öfkeli bir sesle:

GÜZ SAÇLI KIZ (TAMAMLANDI)Where stories live. Discover now