YİRMİ DOKUZUNCU BÖLÜM: BU GERÇEKLER GERÇEKTEN GERÇEK Mİ?

640 73 51
                                    

(MULTİMEDYA: 1- GÜZ BERK'İ DİNLERKEN, temsili
2- BERK'TEN GÜZ'E)   
 
    "Çok teşekkür ederim," dedi. "Burası çok gürültülü. Hemen karşıda bir kafe var. Orada konuşalım mı?"

     "Hay Allah'ım ya! Zaten beş dakika konuşacaksın. Şurada kapının önünde konuşsan olmuyor sanki!"

Tabi içimden söylediğim bu cümleleri kendime sakladım çünkü karşımdakiyle pek muhatap olmak istemiyordum. "Bir an önce ne söyleyecekse söylesin de bitsin artık bu iş!" diye düşünerek kafeye doğru ilerledim. Birlikte kafenin içine girip boş bir masaya oturduk. Kollarımı kavuşturdum ve konuşmaya başlamasını bekledim.

     Karşımda öyle huzursuzca oturuyor ve bana bakıp sırıtıp duruyordu. Baktım başlayacağı yok, cebimden telefonumu çıkardım, kronometreyi açtım ve başlama tuşuna basıp "Beş dakika süren başladı," dedim. Tam ağzını açmıştı ki garson gelip ne istediğimizi sordu. Kronometreyi durdurmak zorunda kaldım.

"Ama filmlerde hiç böyle olmuyor! Niye benim havamı bozuyorsun Garson Kardeş!" diyerek garsona sitem ettim, ama tabi yine içimden. Hiç bozuntuya vermeden bir şey istemediğimi söyledim, Berk ise bir çay söyledi. Garson gidince kronometreyi sıfırlayıp yeniden başlattım.

    "Evet," dedi, "öncelikle sana o gece yaşattıklarımın hiçbir açıklaması olamaz, biliyorum. Senden ne kadar özür dilesem, ne kadar af dilesem, ne yapsam yetersiz. Bunun da farkındayım. Ama belki beni o duruma getiren olayları öğrenirsen, içkiye sığınmama neden olan şeyleri bilirsen birazcık da olsa beni anlayabilirsin belki diye düşündüm. Aslında çok daha önce konuşmak istiyordum seninle ama sen telefonu yüzüme kapatıp beni engelleyince ve yolladığım çiçeği de çöpe atınca..."

    "Bir dakika, bir dakika! Sen nereden biliyorsun benim çiçeği çöpe attığımı? Kim söyledi sana bunu?"

    "Kimse söylemedi. Ben o gün okula geldim, Güz. Seni uzaktan izliyordum. Çiçeğimi aldığında ne yapacağını görmek istemiştim. Ona göre yanına gelip konuşacaktım seninle. Ama sen çöpe atınca... işte gelemedim yanına... Konuşmak için biraz daha zaman gerektiğini anladım işte o gün ve sabırla bekledim. Ama tabi tüm bu bekleyiş boyunca da içim içimi yedi. Ben kötü bir insan değilim, Güz. İnan bana, değilim... Neyse... Evet, ne oldu da ben o hâle geldim, bunu anlatacaktım. Sanırım Ada'yı biliyorsun."

     Evet anlamında kafamı salladım.

     "Ada'yla uzun süre çıktık. Birbirimizi çok seviyorduk. Yani en azından ben öyle sanıyordum. Bir gün bir yanlış anlama sonucu çok kötü kavga ettik ve ayrıldık. Suçlu olan bendim ve çok uğraştım Ada'ya kendimi affettirebilmek için ama beni affetmedi. Ben o zaman kavga esnasında söylediğim sözlere çok kırıldığını, o yüzden beni affetmediğini düşünüyordum. Ama işin aslı öyle değilmiş, çok geç anladım. 

Ada'dan ayrıldıktan sonra tabi kendimi toparlayamadım bir türlü... Her neyse. Ada, Mir'i çok sever ve sayardı. Biz birlikteyken de bir sorun yaşadığımızda hemen soluğu Mir'in yanında alır, dertleşirdi onunla. Bunu biliyordum; ikisi de saklamıyordu zaten. Ada Mir'i ağabeyi olarak gördüğünü söylerdi hep. Mir de Ada'yı kardeşi olarak gördüğünü. Bu arada hepimiz Mir'in hoşlandığı bir kız olduğunu biliyorduk ama bu kızın kim olduğunu kimse bilmiyordu. Tüm ısrarlarımıza rağmen Mir asla söylemiyordu bize. İşte bu ayrılığımız esnasında Ada ve Mir iyice yakınlaşmışlar. Etrafta zaten bir süredir dedikodu dolaşıyordu aralarında bir şey olduğuna dair. Ama ben hiç kulak asmadım bunlara. Çünkü ikisine de çok güveniyordum. Ama tabi içime küçük de olsa bir kurt düşmedi desem yalan olur. Ama geçen kış bir arkadaşım ikisinin yazlıkta çekilmiş gayet samimi bir fotoğrafını gösterdi bana. Ada ve Mir sımsıkı sarılıyorlardı. Yani arkadaş gibi değil, sevgili gibi. İkisinin arasındaki farkı anlar ya insan. İşte öyle. Hatta hâlâ telefonumda fotoğraf, istersen gösterebilirim."

GÜZ SAÇLI KIZ (TAMAMLANDI)Where stories live. Discover now