015

3K 252 50
                                    

Hayatımda birçok şey değişti. Fikirlerim, isteklerim, hayallerim doğrultusunda ilerlediğim her şey kendini birden hiç bilmediğim bir yolda buldu. Her şeyin bombok olduğunu düşündüm.
Dağıldığımı, bundan sonra hayatın bir ucundan tutamayacağımı düşündüm.
O zamanlar dağılmaktan ziyade hayatımın kendini yeniden inşa ettiğini göremeyecek kadar aptaldım.

Şimdilerde o aptallığımdan kurtulduğumu söylemiyorum elbette. Sadece bir şeyleri daha net görmeye başladım.

Hem ayrıca bilirsiniz, yeni bir bina inşa etmek için, eski olanı yıkmak gerekir.

"Onu ne zaman dışarıya çıkarmayı düşünüyorsun?" Koltuğa ince bedenini bırakmış, bacaklarını kahve masasına doğru uzatmıştı. Bakışları her on saniyede bir değiştirdiği kanallar ve benim aramda gidip geliyordu.

Derin bir nefes aldım. Aynı anda göğsüme doğru bıraktığım Jae nefes sesimle birlikte irkildi. Kocaman gözleri, dünyanın en ilginç şeyiymiş gibi televizyona odaklıydı.
Bu sorunun elbette bir gün karşıma geleceğini biliyordum. Ama verecek güzel bir cevabım olmadığı için pas geçtim.

"Bu soruyu sormayı kestiğin zaman."

Güldü. Sanki biri soğuk bir şaka yapmış da, kendini gülmek zorunda hissetmiş gibi bir gülümsemeydi. Samimiyetten uzaktı.
Böyle vakitlerde bıktığını daha net görebiliyordum. Benden, onu zorladığım hayattan, sırlardan yeterince bıkmıştı. Haklı olduğunu bilsem de kendime yediremedim.

Kollarımı Jae'nin minik bedenine sıkıca sarıp ayağa kalktım. Öyle uzun vakittir koltukta yatıyordum ki eşofman altım belimden hafifçe kaymıştı. Öylece bırakıp, salonu terk ettim.

Baekhyunun sırtımı delen bakışlarını hissedebiliyordum. Ama geriye doğru dönüp bakmak için fazla tembeldim.

Kollarımın arasında ki Jae bir kurt kadar hareketliyken onu düşürme riskine girebileceğim her hareketten uzak duruyordum.
Jae neşeli bir şekilde bağırdı. Aynı zamanda kulağımı yakalamak adına tombik parmaklarını uzatmakta gecikmiyordu.

Uzanıp sosis parmaklarını ısırdım. Henüz 3 aylık bir bebek olsa da gelişim yönünden 6 aylık bebekleri aratmıyordu. Bu durum hem beni biraz korkutuyor, hem de heyacanlandırıyordu. Korkutuyordu çünkü insanlara yapacak yeterli bir açıklamam yoktu. Ve heyacanlıydım, evet. Oğlumun gelişim aşamalarını izleyebilmek bir ebeveyn için en güzel şeylerden biriydi.

"Acıktık mı bakalım?" Kulağımı en sonunda yakalamayı başarmış Jae, salyalarını tişörtüme akıtmayı bırakıp kısa bir an boncuk gözleriyle bana döndü. Eğer 3 aylık olduğunu bilmesem, eğer benim bebeğim olduğunu idrak edemesem dediklerime bakışlarıyla cevap vereceğini bile düşünebilirdim.

Neyse ki benim bebeğimdi de, yalnızca yüzümde sosis parmakları için yeni bir yer keşfettiğinin farkındaydım.

Ufaklığı mama sandalyesine bırakıp dolaba doğru yöneldim. Açmadan önce elbette ki gözüm her zaman ki gibi fotoğraflara kaydı. Baekhyun yaklaşık bir ay önce bir yığın sebze mıtnatısıyla çıkagelmiş ve ne kadar fotoğrafımız varsa dolabı süslemekten çekinmemişti.

Birkaç tane Jae'nin, birkaç tane kendinin ve birkaç tane de fakülteden fotoğraflarımız vardı. Tıp fakültesinde ki vakitlerimin geride kaldığı düşüncesi ile buz dolabını aradım. Elbette ki bu düşünceyi hâlâ aşabilmiş değildim. Onca çalışma ve onca emek şimdi bir çöpten farksız olduğu düşüncesini belki de hiçbir zaman aşamayacaktım.

Başımı belli belirsiz sallayarak elimde ki süt kutusunu tezgaha bıraktım. Bir şeyler geride kalmıştı. Geride kalanları bırakıp önüme bakmam gerekiyordu. Yine de bilirsiniz işte, ne kadar önüne bakarsan bak bazen ayakların geriye doğru gidiyordu.

Alpha BetWhere stories live. Discover now