5.Bölüm; "KAÇIŞ"

89 14 26
                                    

Ruhumda kesilen yaralardan sızan uğursuz koyu sıvı tüm bedenimi kırmızıya boyadı. Tenimin her bir santimi sızım sızım sızlarken, içimde çığ misali büyüyen acı ruhumu feryat ettirmiş, kendi benliğimde kaybolmamı sağlamıştı.

Şaşkınlık tüm bedenimi takip ederken, dudaklarım aralanmıştı. Kaşlarım çatık, yüzüm solgun. Kelimeleri birleştiremiyordum.

Sende annemi görüyorum.

İblis bileklerime taktığı kelepçeleri çıkardı, beni özgür bıraktı. Bundan sonrası onun vesvesesi değildi, Tanrı'nın bana verdiği iradeyi kullanmaktı. Fakat iradem yerle bir olmuştu. Düşünecek bir hâlim kalmamıştı, öylesine yorgundum ki, bu yorgunluk gözlerime taşmıştı. Bundan sonra, Çınar'ın bana gösterdiği iç duygularından sonra sığındığım kalıplara bir daha sığınamazdım. 

Çınar acıyla tebessüm etti, gözlerini yere dikti. Omzunu silkti, derin bir nefes alıp kısık sesiyle, "Annemi hiç görmedim." dedi. Ona bakarken ölüm kadar sessizdim. "Babam anlatırdı hep, simsiyah saçları, bembeyaz teni, kırık fakat güçlü bakışları."

Bakışları bana döndü, alt dudağını yalayıp gülüşünü soldurdu. "Annem duygusalmış fakat öylesine güçlüymüş ki," diye soluduğunda buğulu gözlerinden bir damla yaş usulca süzüldü. Parmak uçlarım benden izinsizce onun gözyaşına tutundu, gözyaşını sildim. Kaşlarını dayanamıyormuş gibi çattı, "Tıpkı sen gibi." dedi acıyla.

"Çınar," dedim fısıltıyla. Kendimize bunu neden yapıyorduk? "Yapma."

"Umay ben sende annemi gördüm." dedi hayret eder gibi. "Ben sende hiç görmediğim annemi gördüm. Sana her baktığımda canım yanıyor ama sana bakmaktan vazgeçemiyorum." O an tam olarak içimden geleni yapıp elimi yanağına yerleştirdim, okşadım usulca. Sıcak teni avucumda sıcaklık bırakırken dolu gözlerine baktım. 

Yanağını avuç içime daha fazla bastırıp gözlerini kapattı. Annesini gördüğü kadının dokunuşuna hasretti. Benim dokunuşuma...

"Hayat çok acımasız." dedi mırıltıyla. Gözlerini açmamakta ısrarlıydı. "Boğuluyorum diyorum, daha fazla sıkıyor boğazımı." Ve gözlerini araladı, mavilerini elalarıma karıştırdı. Onun gecesinde, yıldız olduğumu hissettim. 

"Hayat çok acımasız." diyerek onu tekrarladım. Hayat öylesine acımasız ki, karşısında babasının katili vardı ve onda annesini görüyordu, ona dayanamıyordu. 

Ve hayat öylesine acımasız ki, annesini bir daha bende göremeyecekti. Gidecektim, içimi saçma bir şekilde pişmanlık kapladı fakat vazgeçmedim. Ertesi günü bu hâlde olmayacağını biliyordum.

Elimi yanağından çektim. Aniden afalladı ve ayağa kalktı hızla. Yutkunup gözlerini duvara dikti. İçinde bir şeyleri sorguluyor, daha şimdi yaptığı hareketlerin uçukluğunu düşünüyordu. Kaşları daha fazla çatıldı ve yüzüne çelikten bir ifade yerleştirdi. Dümdüz bakışlarını son kez bana değdirdikten sonra arkasına dönüp kapıdan dışarıya çıktı.

Düşündüm, dakikalarca düşündüm. Bir yol bulamadım, her şeyimi kaybetmiştim, bitmiştim.  

Yavaşça ayağa kalkıp çökük omuzlarımla çıktım ve mutfağa gittim. Bir bardağa su doldurup tek dikişte yarısını içtiğimde göğsüme oturan ağırlık yüzünden derin bir nefes aldım.

"İyi misin sen?"

Kerem'in sesi kulağıma dolduğunda yavaşça arkamı döndüm. Başımı olumlu anlamda sallayıp yüzüme sahte bir gülümseme yerleştirdim. "İyiyim, iyiyim." dedim. İnsan ne kadar çok yalan söylüyordu böyle. Kötüyken bile iyiyim diyebiliyorduk ve bunu normalleştirmiştik.

"Buna sevindim," dedi gülümserken. "Aç mısın? Bir şeyler hazırlayacağım, beraber yer miyiz?"

"Yok, sağ ol." İştahım yoktu. Gecenin bu saatinde de olmasını beklemiyordum zaten. "Hayırdır gece gece?"

"Gece yemeyi seviyorum." diye yanıtladığında vücuduna kısaca bakmıştım ama gayet fit gözüküyordu.

O kendine bir şeyler hazırlarken ben tekrar odaya gitmiş, Çağan'ı yatağımın üzerinde görmemle kaşlarımı kaldırmıştım. "Çağan? diyerek yanına yaklaştığımda kaygılı bakışları dikkatimi çekmişti. Daha yakına geldiğimde ıslak gözlerini görmüştüm ve bu beni apaçık endişelenmiştim. "Ne oldu bir tanem? Neden ağlıyorsun?"

Yanına oturdum, minik ellerini ellerim arasına aldım. "Çok özledim annemle babamı." Dudakları titriyordu, büzülmüştü de. "Hep görüyorum onları rüyamda. Onların yanına gitmek istiyorum." Bir anda sesli sesli ağlamaya başlayınca onun dudakları gibi benim de dudaklarım titredi. Onu kendime çekip sıkıca sarıldığımda, başını göğsüme koymuş gözyaşlarını kıyafetime akıtmaya başlamıştı. 

"Miniğim," diye fısıldadım. Devamı yoktu bunun, ne diyecektim? Anlıyorum seni, benim de babam öldü. Anlıyorum sen, anlıyorum. Geçti diyemem çünkü geçmedi, geçmeyecek. Geçecekse bile bundan haberim yok. "Olmaz ki ama, benimle kalmalısın. Beraber kalmalıyız."

"Ben bilmiyorum ki onların yanına nasıl gideceğimi. Gitmek istiyorum, çok istiyorum." Sesi boğuk çıkıyordu, ben de boğulduğumu hissettim. 

Sarıla sarıla ağladı, o ağladıkça ona teselli verdim. O ağladıkça sanki ben de canımı verdim. 

.

Herkes hayatının bir zamanında dönüm noktası olacağı bir hareket yapardı. Kimileri değişimden korkar, kimileri değişim için can atardı. Peki ya önemli olan neydi? Güzel bir yaşam? Mutluluk? Ya da hayatta kalma çabası içinde olmak mıydı? Hiçbir şeyden emin değildim, yalnızca yaşayıp sürükleniyordum bir yerlere. Dönüm noktamı bulmuştum ama. Annemin gidişi zannederken, babamın ölümü olduğunu anlamıştım.

Her nefes alışımda canım yanıyordu ama yine de nefes almaktan vazgeçmiyordum. Çünkü güçlü olmak buydu. Ben güçlü olmalıydım.

Çınar telefonumu, birine ulaşmayayım diye kırdığını söylemişti. Elimde telefon olsa ne olacaktı sanki? Kimi arayacaktım? Yanıma da dolayısıyla hiçbir şey alamamıştım.

Çınar evde değildi. Onun yokluğunu fırsat bilip en kısa zamanda buradan çıkmalıydım. Derin bir nefes alıp kapıya doğru ilerledim. Şu birkaç gündür kapıyı kilitlemiyordu, bu da benim için büyük bir fırsattı. Bana güvendiğini düşündüm ama saçma geldi. Belki de gidebileceğime ihtimal bile vermiyordu.

Kapının kolunu çevirdiğimde açılmıştı.

Bitmişti işte. Her şey artık bitmişti. Çağan'ın elini sıkıca tutup daha fazla beklemeden kapıdan dışarıya çıktım ve yine sessizce kapıyı kapattım. Kar tanelerinin üşüştüğü ağaçlara kısa bir göz atarken kalbim göğüs kafesimi zorlarcasına atıyordu. Dudaklarımı birbirine bastırıp ayakkabılarım kara gömüle gömüle ilerledim. Soğuk, montumun içinden tenime sızmış, beni kendisiyle baş başa bırakmıştı.

Çağan'ın elini bırakmadan, "Koş!" dediğimde beni dinledi ve koştuk. Nereye gittiğimizi bilmiyordum, sadece gidiyorduk. Özgürlüğe kavuşmak için can havliyle, başka bir şeyi düşünmeden koşuyorduk. 

Bir süre sonra Çağan elimi sıktı. "Yoruldum!" dedi nefes nefese. Durdum ve etrafıma bakındım. Çınar'ın evi gözükmüyordu, bayağı ilerlemiş olmalıydık. Buna güvenerek Çağan'ı kucağıma aldım ve yere oturdum. 

"Tamam, azıcık dinlen." Yere oturtmamıştım çünkü yer karlıydı ve eğer pantolonuna bile değse hasta olabilirdi. Ellerini montumun içine soktum. Biraz olsun ısınmalıydı. Başını omzuma yasladı, "Çok soğuk." diye mırıldandı ve ben vicdan azabından âdeta öldüm. 

O yorgunluğunu atarken birkaç dakikanın sonunda Çağan'ın başını koyduğu değil, omzumun diğer tarafında bir el hissettim. Nefesim kesildi, bedenim titredi. Ben arkama döndüğüm anda, "Merhaba, Umay Karan." dediğini duydum. 

Daha fazlası yoktu. 

Dahası zifiriydi.

.

Bir sonraki bölümde görüşmek dileğiyle...

MAHFİ [ASKIYA ALINDI]Where stories live. Discover now