Rİ-4

3K 189 126
                                    

Mavi saçları esen rüzgarda dalgalanırken okyanusa öylece bakıyordu. Burda ne aradığını bilmiyordu ve çok da umrunda değildi şu anda. Birden içinde garip bir duygu hissetti, okyanus kabardı. Kalbi göğüsünü delercesine atarken okyanus sanki canlı bir varlık gibi kendisini yutarak metrelerce derinliğe çekmeye başladı. Normalde alışık olduğu suyun basıncı bu sefer kemiklerini eziyormuş gibi hissediyordu. Ağzını açıp nefes alacakken ciğerlerine dolan tuzlu suyla boğulma hissinin nasıl bir şey olduğunu hayatında ilk kez tecrübe etti. Hep bir parçası olan okyanus, şu an onu öldürmek için elinden geleni yapıyordu.

Kuyruğu oluşmamıştı, sıradan bir insan formundaydı ancak Poseidon'un kızı olmasına rağmen suda nefes alamaması oldukça mantıksızdı. Su onun bir parçasıydı ve ona itaat ederdi. Suda çırpındı, dibe battı; yüzeye çıkmaya çalıştı, su onu dibe çekti.

''2 deniz kabuğu, 1 inci...
İnci hangi deniz kabuğuna sığınırsa
Kaderler örecek geleceğinin iplerini.
Okyanus kabaracak, inciyi yutacak.
İnci derinliklerde ya kaybolacak
Ya da yeniden doğacak.''

- - - - -

Ciğerlerine doldurduğu havayla hızla yataktan fırladı. Gördüğü rüya her melezinki gibi sıradan bir rüyaydı işte. Sadece az kalsın boğuluyordu ve okyanus kendisine bir kehanet söylemişti.

Okyanus kendine bir kehanet mi söylemişti?

Gördüğü rüyayı ilk kime anlatmalıydı? Tanrıça Hebe buradayken ona mı anlatması gerekirdi yoksa Alastor'a mı anlatmalıydı? Ne yapacağına dair hiçbir fikri yoktu. Kendini kelimenin tam anlamıyla karaya vurmuş bir balina gibi hissediyordu.

Yatağından yavaşça kalkarak yüzünü yıkadı ve gördüğü rüyayı geri plana atma kararı aldı. Her melez rüya görürdü ve bu gayet normal bir durumdu. Ama emin olamıyordu işte. Her melez rüyasında bir kehanet duyar mıydı veya imkansız olsa bile suda boğulma tehlikesi atlatır mıydı? Bunca düşünceye rağmen üstünü değiştirip saçını bir at kuyruğu yaptı ve dışarı çıkarak kahvaltısını etmek üzere kafeteryaya gitti. Yemeklerini alıp oturacak bir yer aramaya başladı. Ahşap masaların arasından geçerken kendine el sallayan Lyra'yı gördü ve yanına giderek oturdu.

''Günaydın Anastasia.'' masada oturan diğer melezlere baktı ve kestane rengi saçlarını erkek gibi kestirmiş yeşil gözlü kızı göstererek ''Bu Ariel, senin yarı kardeşin olur. Ariel, bu da Anastasia. Sana biraz ondan bahsetmiştim.'' dedi ve sonra saçlarını kızıla boyatmış mavi gözlü kıza döndü. ''Bu da Jasmine, o da...'' Anastasia Lyra'nın sözünü keserek ezbere ''Tethys'in kızı.'' dedi. 3 kız da şaşkınlıkla Anastasia'ya bakınca Anastasia da ne dediğinin farkına vardı. ''Evet, bu doğru. Jasmine Tethys'in kızı. Onu tanıyor musun? Okyanusta mı karşılaştınız?'' Anastasia'nın Lyra'nın sorusuna verecek cevabı yoktu çünkü kendisi bile nasıl birden bire bunu söylediğini anlamamıştı. ''Hayır, tanışmadık. Belki de Poseidon babam olduğu için ebeveynini ezbere söyleyebilmişimdir.'' diye cevap verdiğinde ise herkesin aklına yatmış olacaktı ki kimse başka bir şey sormadı ve 4 kız da kahvaltısını etmeye başladı.

Kahvaltıdan sonra herkes kendi grubunun antrenmanlarına dönmüştü ve öğrendiğine göre Tethys'in kızı da B grubundaydı. Bu yüzden Jasmine ile birlikte B grubunun çalışma sahasına gelip yere oturdular.

"Annemin Tethys olduğunu nasıl anladın? Ariel tahmin edememişti hatta ben söyleyene kadar Hekate'nin kızlarından biri olduğuma kendisini inandırmış görünüyordu. Bizden bir şey saklamıyorsun değil mi?"

Jasmine'in sorusuna karşılık gümüş gözlerini çimenlere indirdi ve "Birden ağzımdan çıktı, ben de nedenini bilmiyorum." diyerek konuyu kapatmaya çalıştı. Ancak Jasmine'in bu işi kolaylıkla bırakmayacağından emindi.

Sahaya Alastor girince tüm B sınıfı melezler ayağa kalkarak Alastor'un etrafını çevrelediler. Alastor herkesi dikkatlice süzdükten sonra konuşmaya başladı:
"Bildiğiniz gibi ben size kılıç dersinden çok canavarlarla nasıl savaşacağınızı gösteriyorum ve bugün de güzel bir tatbikat yapmaya karar verdim."

Herkes Alastor'a saf saf bakınca "Herkes ormana yayılacak. Sınır nehir olacak ve ormanda da farklı canavarlar mevcut. Elenenleri Hekate melezlerinin yaptığı klasik kalkanımızla oyun dışına alacağız ve sona kalan melez benden ufak bir ödül kazanacak." diye küçük bir açıklama yaptı.

"Peki ödül ne olacak? Boş yere kendimi yoracaksam en iyisini yapmama gerek yok." herkesin bakışları gümüş gözlere dönerken Alastor "Tatbikatta ölmeyeceğinizin garantisi yok. Bu yüzden 'en iyisi' neyse onu yapsan iyi olur." diye cevap verdi.

Gümüş ile alev harmanlanırken iki melez de bir süre birbirlerine meydan okurcasına baktılar. Alastor bu oyundan çabucak sıkılıp ormanın içini gösterdi ve "Ormana girdiğiniz anda dışarı çıkmak isteseniz de elenene kadar burda kalacaksınız. Eğer akşam yemeğine kadar oyun bitmezse ödülü kimseye vermeyeceğim. Birbirinizi elemekte özgürsünüz. Öldürmek serbest ama öldürmezseniz daha mutlu bir kamp olabiliriz sanırım." diyerek sırıttı.

Tüm kampçılar birbirlerine kararsızca bakarken Anastasia umursamazca ormana daldı, arkasından görünen tek görüntü ise kılıcı elinde oluşurken etrafa yayılan mavi parıltıydı. Anastasia'nın ardından Jasmine, ardından tüm B sınıfı kampçıları ormana daldı. Toplam 30 kişilerdi bu yüzden çabucak dağılmış ve bariyerler aktif edilmişti.

Ölümcül Oyun çoktan başlamıştı.

- - - - -

1 Cehennem Tazısı, 2 Empusa, 3 Gorgon ve 1 Kiklop.

Bunlar şu ana kadar toza döndürdüğü birkaç yaratıktı. O manyak bu ormana kaç tane saldıysa hepsi üstüne çullanmış gibi hissediyordu. Hele 2 Empusa birden üstüne çullanınca o iğrenç tırnaklarından zar zor kurtulmuştu. Canavarsın anladık da bi bakım yapıp gelseydi bari, en azından tırnaklarına.

Bir ağacın dibine oturarak kolundaki ufak sıyrıklara göz attı. Herhangi bir sorun olmadığına karar verdiğinde tekrar ayaklanıp nehir kıyısına yürümeye devam etti.

Onun bölgesi suydu, yani suya ne kadar yakın olursa şansı o kadar fazlaydı.

Bir vınlama sesiyle kendini hızla ileri attı ve az önce bulunduğu yerden geçen okun geldiği yöne baktı. Bir Apollon melezi olduğunu düşünerek kılıcını kaldırdı ve gelecek herhangi bir saldırı için tetikte durarak çalılara yaklaşmaya başladı. Ancak düşündüğü gibi olmadı. Çalıların ardında ne bir melez vardı ne de herhangi bir iz. Sanki ok kendiliğinden belirip kaybolmuştu.

Kılıcını yavaşça indirerek çevreye bakındı ancak kimseyi göremeyince ilerlemeye devam etti. Belki de oku tutturamayınca kaçmıştı, kim bilir?

Nehir kenarında ilerlemeye devam ederken sesini bile duyamadığı altın sarısı bir okla bacağından vurulunca sendeleyerek durdu ve çalılardan kendine nişan alan Apollon oğluna baktı. Sinirle nehirdeki suyu Apollon çocuğuna yönlendirdi. Çocuk sudan sıyrılarak gerdiği yayını serbest bıraktı. Kız oktan kolaylıkla kurtulup bacağına saplanan oku çıkardı ve altın sarısı ikorun yaradan sızmasına izin verdi. Karşısındaki çocuğun şaşkınlığından faydalanarak yılan formuna soktuğu suyu çocuğun üstüne gönderdi ve yılan çocuğu yuttuğu gibi bir küreye dönüşerek çocuğu içine aldı.

Kız elini mavi saçlarından geçirerek düzeltti ve aksayarak da olsa çocuğun yanına geldi. Çocuk, içinde bulunduğu su küresinden çıkmak için çırpınıyordu ama çabası, uzayda hareket etmeye çalışmakla eşdeğerdi. Ne nefes alabiliyor ne de hareket edebiliyordu.

"Bir Apollon çocuğu olarak bana saldırman çok büyük bir cesaret."

Çocuk artık nefesini tutmaktan morarmaya başlamıştı bu yüzden her ne kadar istemese de su küresini dağıtarak çocuğun yere düşmesine sebep oldu. Nefes nefese kalan çocuğu süzerek kısa bir süre ne yapması gerektiğini düşündü sonra da çocuğun yanına çöktü.

"Eğer şimdi pes edersen seni öldürmem ama pes etmeyip savaşmaya çalıştığın anda ölümün çok çabuk olur Apollon Oğlu."

Çocuk korkuyla Anastasia'yı onaylayınca dağılarak beyaz bir örtüye dönüştü.

O anda karşısında ne tür oyunlar döndüğünü anlamıştı ancak sırtına saplanan mızraktan daha erken davranamamıştı.

Hekate Kızları ve onların Sis oyunları...

ANASTASIA|Ruh İncisiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin