V

171 8 0
                                    


5

Kapı önünde birden, dopdolu tüfeklerin dipçikleriyle rap rap yere vuran bir sıra askerin belirivermesiyle sofra başındakiler apar topar yerlerinden fırladılar. Tam o sırada eli boş, ahlar vahlar halde mutfaktan dönen ablam da zınk diye durup yaygarasını yarı yerde keserek şaşkın şaşkın bakakalmıştı.

Ablam kaldığı yerde bakadursun, teğmenle ben mutfağa girmiştik. Durumun ivediliği benim aklımı biraz başıma getirir gibi olmuştu. Teğmen şimdi sol elini benim omzuma atmış, sağ elindeki kelepçeyi buyur edercesine sallayarak odadakileri süzmekteydi.

"Özür dilerim hanımefendiler beyefendiler," diye söze başladı. "Demin kapıda bu küçük şeytana da söylediğim gibi (söylemiş olsaydı bari!) Kral adına bir suçlunun peşindeyim. Demirci ustasını istiyorum."

Herhangi birinin Joe'yu istediğini duyunca siniri oynayan ablam hemen, "Demirci ustasını neden istiyorsunuz ki?" diye terslendi.

Hanımlara nasıl davranılacağını bilen, tatlı dilli, çenebaz teğmen, "Hanımefendi," diye yanıtladı. "Bana kalsa demirci ustasını, hanımıyla tanışmanın onur ve kıvancını tatmak için arıyorum, derdim; ama Kral adına konuştuğum için demirci ustasından ufak bir iş istemek zorundayım."

Teğmenin bu yanıtı odadakilerin öyle hoşuna gitti ki Pumblechook Amca yüksek sesle, "Bravo!" diye bir aferin çekti.

Bu arada Joe'yu seçmiş olan teğmen, "Bak usta, bu kelepçenin başına bir kaza geldi," dedi. "Birinin kilidi dönmediğinden birbirine geçiremiyorum. Hemen de gerekli olduklarından bir zahmet bakıverir misin şunlara?"

Joe kelepçeye bir zahmet bakıvererek bu iş için ocağı yakması gerekeceğini, onarımının da bir saatten çok, iki saatten az bir zaman alacağını bildirdi.

Tasasız bir adam olan teğmen, "Öyle ha? Hemencecik başlayıverir misin öyleyse?" diye sordu. "Ne yaparsın, Kral'ın işi işte. Ha, usta, adamlarımın elinden gelecek bir şey varsa söyle, sana yardım etsinler."

Böyle diyerek adamlarını çağırdı. Erler birbiri ardından odaya girerek silahlarını bir köşeye yığdılar. Sonra ne yapacaklarını bilemeyerek ortalık yerde kalakaldılar. Asker işte; ellerini önlerinde kavuşturuyor, derken omuzlarını duvara dayayıp dizlerini büküyor, kemer ya da mataralarını gevşetiyor, daha olmadı kapıyı açıp kafalarını yüksek boyunluklarının üzerinden uzatarak dışarıya, avluya tükürüyorlardı.

Bütün bunları tam olarak kavramaksızın görüyordum, çünkü korkunun işkencesiyle kıvranmaktaydım. Neyse ki kelepçenin bana takılmayacağını, askerlerin şimdilik daha baskın çıkıp payı geri plana itmiş olduklarını gördükçe aklımı biraz başıma toplamaya başlamıştım.

Teğmen, Pumblechook Amca'ya dönerek, "Lütfen saati söyleyebilir misiniz?" dedi.

Öyle ya, Pumblechook Amca'nın saat sorulabilecek, verdiği yanıta da güvenilebilecek bir adam olduğu üstünden akıyordu.

"İki buçuğu biraz geçiyor."

Teğmen biraz düşünerek, "Geç sayılmaz," dedi. "Burada iki saat beklemek zorunda bile kalsak gene iyidir. Bu yöredeki bataklıklardan ne kadar uzaktadır, sizin köy? Bir buçuk, iki kilometreden çok olmasa gerek, hesabımca?"

Ablam, "Bir buçuk kilometre kadardır," dedi.

"İyi iyi. Alacakaranlık bastığı sırada kuşatırız onları. Karanlık basmadan hemen önce, diyor aldığımız komutta. Yetişiriz."

Mr. Wopsle üstünde durmazcasına, "Kürek mahkûmları ha, teğmenim?" diye sordu.

"Öyle," diye yanıtladı teğmen. "İki tanesi birden. Hâlâ bataklıklarda olduklarına yüzde doksan inanıyoruz. Karanlık basmazdan önce kaçmaya kalkmazlar. İçinizde bu mahpushane kaçkınlarını gören filan var mı?"

Büyük UmutlarWhere stories live. Discover now