XLVII

33 3 0
                                    


49

Ertesi gün posta arabasıyla gene Satis Köşkü'ne gittim. Ne olur ne olmaz, aklına eser de benim böyle sık sık gelmemi şaşkınlıkla karşılar diye Miss Havisham'ın mektubunu da cebime attım. Halfway Hanı'nda arabadan inip kahvaltımı ettim; yolun ondan ötesini de yürüdüm, çünkü kasabaya tenha yollardan, kimseye görünmeksizin girmek, gene öyle geri dönmek istiyordum.

High Sokağı'nın arkasındaki sessiz yoldan, adımlarım yankılar çıkararak geçtiğim sırada günün ışığı dönmüştü. Bir zamanlar bir manastırın hücreleriyle bahçeleri olan, şimdi ise sağlam kalmış duvarlarının kovuklarında ufak dükkânlarla ahırlar barınan harabe, artık mezarlarında dinlenen o eski keşişler kadar sessizdi. Kimseye görünmemeye çalışarak ilerlerken katedral çanının sesi her zamankinden daha hüzünlü, daha uzak geldi kulağıma. Öyle ki katedraldeki eski orgun taşıp kabaran müziğini cenaze müziğine benzettim; kurşun rengindeki kulenin çevresinde dönüp dolanan, avludaki ulu ağaçların çıplak dallarına konup kalkan kargalarsa bana seslenerek bu yerlerin artık değiştiğini, Estella'nın geri dönmemecesine gittiğini söyler gibiydiler...

Bahçe kapısını, daha önceden de görmüş olduğum yaşlı bir kadın açtı, arka avlunun ötesindeki ek yapıda oturan hizmetçilerden biriydi. İçerideki karanlık sofada gene bir şamdan yanmaktaydı; eskisi gibi. Bunu elime alıp merdiveni tek başıma çıktım. Miss Havisham yatak odasında değil, sahanlığın karşısındaki büyük odadaydı. Kapıyı tıklatmam karşılıksız kalınca aralayıp baktım; Onun eski püskü bir koltukta oturmakta olduğunu gördüm. Küllenmeye yüz tutan ateşe gözlerini dikerek sokulmuş, derin düşüncelere dalıp gitmiş gibiydi.

Çok zaman yaptığım üzere içeri girdim; ocağın kenarına, başını kaldırınca beni görebileceği biçimde yaslanıp durdum. Üzerinde öylesine bir yapayalnızlık vardı ki, bana yaptığından çok daha büyük bir kötülüğü kasıtla yapmış olduğunu bilsem bile ona gene acırdım, hem de içim burkularak.

Orada durmuş, yüreğim acımayla dolup taşarak kendimin de nasıl zamanla bu evin karanlık yazgısından bir parça olup çıktığımı düşünüyordum ki Miss Havisham gözlerini bana dikti. Uzun uzun baktı, sonra, "Gerçek mi bu?" dedi yavaşça.

"Benim; Pip. Mr. Jaggers mektubunuzu dün verdi, oyalanmadan geldim."

"Tanrı senden razı olsun..."

O partal koltuklardan birini ateş başına çekip oturduğum sırada Miss Havisham'ın bakışlarında yepyeni bir şey gördüm: Sanki benden korkuyordu.

"Pip; son gelişinde bana açtığın konu üzerinde biraz daha konuşmak istiyorum; taştan yapılmadığımı göresin istiyorum. Gene de, kim bilir, benim yüreğimde insancıl bir duygunun bulunabileceğine belki de inanmazsın artık."

Bunu yadsıyan, avutucu bir şeyler mırıldandım. Kadın titreyen sağ elini bana dokunacakmışçasına uzattı, ama ben daha onun ne yapacağını, benim ne yapmam gerektiğini kestiremeden geri çekti.

"Arkadaşını anlatırken bana yararlı bir iş, bir iyilik yapmamın yolunu gösterebileceğini söylemiştin. Bu işin yapılmasını sen de istiyorsun, değil mi?"

"Çok, hem de pek çok istiyorum, efendim."

"Nedir bu iş?"

Miss Havisham'a, Herbert için sağladığım ortaklığın gizli tarihçesini anlattım. Ne var ki bir süre sonra, anlattıklarımı can kulağıyla dinleyeceği yerde dikkatle beni süzmekte olduğunu bakışlarından anladım. Yanılmamışım, çünkü sözümü bitirip sustuğumu neden sonra algıladı.

O zaman gene deminki gibi benden korkuyormuşçasına, "Neden yarıda kestin sözünü?" diye sordu. "Konuşamayacak kadar tiksindiğin için mi benden?"

Büyük UmutlarWhere stories live. Discover now