XLVI

37 2 0
                                    


48

Geçen bölümde değindiğim karşılaşmalardan ikincisi, birincisinin hemen ardından geldi. Teknemi gene köprünün altındaki iskeleye bırakmıştım. Daha erken bir ikindi saatiydi. Yemeği nerede yiyeceğimi bilemeyerek dolaşırken Cheapside'a saptım; ağır ağır yürümeye koyuldum. Bu cıvıl cıvıl anayoldan gelip geçmekte olan insanların en kararsızı, hiç kuşkusuz şu sırada bendim. Derken birisi arkamdan yetişerek kocaman eliyle omzumu kavradı. Mr. Jaggers'dı bu. Koluma girdi.

"Ey, Pip. Aynı yönde gittiğimize göre birlikte yürüyebiliriz. Nereye böyle?"

"Temple'a sanırım," dedim.

"Bilmiyor musun?" diye sordu Mr. Jaggers.

Hiç değilse bu sorgulamada altta kalmayacağıma sevinerek, "Gerçekten bilmiyorum, çünkü daha kararımı vermedim," diye yanıtladım.

Mr. Jaggers, "Yemek yiyeceksin değil mi?" diye sordu. "Hiç değilse bunu itiraf etmekten çekinmezsin sanıyorum."

"Yok, çekinmem," dedim.

"Verilmiş bir sözün olmadığını itiraf etmekten de çekinmezsin, değil mi?"

"Verilmiş bir sözüm olmadığını itiraf etmekten de çekinmem."

"Öyleyse," dedi Mr. Jaggers. "Gel akşam yemeğini birlikte yiyelim."

Gitmemek için bir özür ileri sürmek üzereydim ki vasim, "Wemmick de geliyor," dedi.

Bunun üzerine özrümü hemen kabule dönüştürdüm. (Söylemiş olduğum ilk birkaç sözcük iki yana da çekilebilirdi). Böylece Cheapside'dan geçip Little Britain'e saptık. Dükkân vitrinlerindeki parlak ışıklar birer birer yanmaya başlamıştı. Akşamüzerinin civcivli kalabalığında, merdivenlerini koyacak yer bulmakta güçlük çeken sokak fenercileri vızır vızır oraya buraya, bir aşağıya, bir yukarıya koşuşarak gitgide koyulaşan sisin içinde kızıl ışıktan gözler açmaktaydılar. Hummums'daki gece lambasının o heyula duvarda açtığı beyaz ışık gözleri gibi, ama daha çok sayıda.

Little Britain'deki yazıhanede her zamanki gibi iş gününü sona erdiren mektup yazma, el yıkama, şamdan söndürme, kasa kilitleme törenleri yapıldı. Ben, işim olmadığından, Mr. Jaggers'ın ocağının başında bekliyordum. Alevlerin dalgalı ışığında, raftaki o iki maske benimle şeytansıl bir "ce-e" oyunu oynarmış gibi gözüküyorlardı. Jaggers'ın her zaman yazı yazdığı köşeyi sönük ışıklarıyla aydınlatan iki ucuz, şişman mum da kirli, kefenimsi bezlerle süslenmişti. Darağacına giden müvekkilleri anımsatmak istercesine...

Üçümüz birlikte kiralık bir arabaya atlayıp Gerrard Sokağı'na gittik. Jaggers'ın evine varır varmaz sofraya oturduk. Wemmick'in Walworth kişiliğine bu evde en ufak bir bakışla bile değinmek gerçi aklımın ucundan geçmezdi. Gerçi arada bir onunla göz göze gelip gülümsemeye bir diyeceğim yoktu, ama bunu taş çatlasa başaramıyordum. Wemmick bakışlarını ne zaman sofradan kaldırsa Jaggers'a çeviriyor, bana karşıysa öyle soğuk, öyle yabancı duruyordu ki Wemmick'in bir ikiz kardeşi varmış, şimdi burada olan da "öteki ikiz"miş sanırdınız.

Yemeğe oturduktan az sonra Mr. Jaggers, "Wemmick, Miss Havisham'ın o mektubunu Mr. Pip'e yolladınız mı?" diye sordu.

Wemmick, "Hayır efendim," diye yanıtladı. "Postalayacaktım ama Mr. Pip sizinle birlikte yazıhaneye gelince mektubu yanıma aldım. Buyurun," diyerek Wemmick mektubu bana değil de, patronuna uzattı.

Mr. Jaggers da mektubu bana vererek, "İki satır bir şey," dedi. "Miss Havisham senin adresini kesinlikle bilmediğinden bana yollamış. Diyor ki, geçen gittiğinde kendisine açtığın ufak bir iş konusunda seni görmek istiyormuş. Gidecek misin?"

Büyük UmutlarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin