XLVIII

31 4 0
                                    


50

Ellerimi o gece iki-üç kez, sabahleyin de son bir kez ilaçlayıp sardılar. Sol kolumun dirsekten aşağısı kötü yanmıştı. Omza kadar olan yanıklarsa pek ağır değildi. Canım acıyordu ama ben gene de durumumun daha kötü olmadığına şükrediyordum. Sağ elim çok yanmamıştı; parmaklarımı oynatabiliyordum; sargılıydı ama sol elimle kolum gibi rahatsız edici değildi. Sol kolumu askıya almışlardı, öyle ki paltomu ancak pelerin gibi omzuma sarıp boynumdan düğmeleyebildim. Saçlarım ateşten dağlanmış, neyse ki yüzümle kafama bir şey olmamıştı.

Herbert Hammersmith'e gidip babasıyla görüştükten sonra eve döndü, o günü benim bakımıma adadı. Dünyanın en iyi hastabakıcısıydı. Belirli zamanlarda sargıları açıyor, hazır bulundurduğu serinletici ilaçlara batırıp gene sarıyordu. Öyle sabırlı bir sevecenlik gösteriyordu ki ona karşı derin bir gönül borcu duyuyordum.

Önceleri, kanepede kıpırdamadan yattığım sıralarda, o alev parıltılarını, o gürültülü telaşı, o yanık kokusunu kafamdan silmek son derece güç, hatta olanaksız geldi bana. Bir dakika uyuyakalsam Miss Havisham'ın çığlıklarıyla uyanıyor, onun iki adam boyu alevlerle sarılmış durumda, bana doğru koştuğunu görür gibi oluyordum. Çektiğim bu sinir işkencesinin acısı yanıklarımın acısından da baskındı. Herbert bunu çok iyi anladığından beni oyalayıp dikkatimi başka konulara çekmek için çırpınıp duruyordu.

O konuyu hiç konuşmamakla birlikte, ikimiz de hep tekneyi düşünüyorduk. Konudan kaçınmamız, bir de ellerimin bir an önce iyileşmesini, günlerce sürüncemede kalmaksızın hemen kullanabilecek duruma gelmesini sağlamak için (gene hiç konuşmadan) anlaşmaya varmış olmamız bunu açıkça ortaya koyuyordu.

Herbert'i görünce ilk işim, tabii ki, ırmakta işlerin yolunda gidip gitmediğini sormak olmuştu. Herbert güven ve iyimserlik dolu bir yanıt verince akşama dek bir daha bu konuya değinmedik. Ama akşamüzeri hava kararırken Herbert ateşin ışığında sargılarımı değiştirdiği sırada, kendiliğinden gene bu lafı açtı.

"Handel, dün akşam belki iki saat Provis'le birlikteydim."

"Clara nerdeydi?"

"Şeker şey! Bütün gece koca Zehir Zembereğin yanına indi, çıktı. Kızcağız yanından ayrılır ayrılmaz adam başlıyor tabana vurmaya. Daha ne kadar sürdürebilir bunu bilmiyorum ya! Durmadan rom içip acılı yemekler yiye yiye... yakında bastonuyla yere vuramaz olacak bana kalırsa."

"O zaman da evleneceksiniz, değil mi?"

"Yoksa kızcağızı nasıl kanadımın altına alabilirim? Sevgili Handel, kolunu şöyle kanepenin arkasına yasla, ben de şuraya oturayım. Sargıyı öyle usul usul çıkaracağım ki duymayacaksın bile. Ha, Provis'i anlatıyordum. Handel, biliyor musun çok düzeldi bu adam, gitgide daha da düzeliyor."

"Son gördüğümde çok yumuşamış buldum diye söylemiştim sana."

"Öyle. Dediklerin de çok doğru. Hele dün gece iyice açıldı bana. Geçmişinin hiç bilmediğimiz yönlerini anlattı. Hani bir gün burada ağzından bir kadın lafı kaçırdıydı, bu kadının elinden çok çektiğini söylediydi; aklındadır... ne o, acıttım mı?"

Herbert'in dokunuşu değil, söylediği sözler olmuştu beni irkilten.

"Unutmuş gitmiştim, sen söyleyince anımsadım," dedim.

"İşte yaşantısının o bölümünü anlattı bana; fırtınalı, karanlık bir öykü. Sana da anlatayım mı? Yoksa içini mi karartır şu sırada?"

"Yok canım, anlat, anlat. Hem de hepsini."

Herbert konuşmamdaki bu heyecanlı telaşa pek bir anlam verememişçesine eğilip dikkatle yüzümü süzdü. Elini alnıma koyarak, "Ateşin filan yok ya?" diye sordu.

Büyük UmutlarNơi câu chuyện tồn tại. Hãy khám phá bây giờ