VII

139 9 1
                                    

8

Mr. Pumblechook'un dükkânı yakın köylerin pazaryeri olan kasabanın High Sokağı'ndaydı, darı ve tohum tüccarlarının dükkânlarına yaraşan unlu, baharatlı bir kokuyla doluydu. Dükkânında böyle küçücük, sayısız çekmeceleri olduğu için Pumblechook Amca da çok mutlu bir adam olsa gerek, diye aklımdan geçti. En alttaki birkaç çekmeceyi açıp da kahverengi kâğıtlara sarılmış duran çiçek tohumlarıyla çiçek soğanlarını görünce, acaba güneşli günlerde bunlar zindanlarından kurtulup fışkırarak renk renk açmak isterler mi ki, diye merak ettim.

Bu düşünceler kafamı kurcaladığı sırada, kasabaya gelişimin ilk sabahıydı. Bir gece önce beni hemen eğik çatılı bir tavan arasında yatmaya çıkarmışlardı. Karyolanın bulunduğu köşede çatı öyle alçalıyordu ki, kaşlarımla kiremitler arasında yarım metrelik yer ya vardır, ya yoktur, diye tahminde bulunmuştum.

İşte bu sabahın bu erken saatinde de, dükkânda tohumlarla fitilli kadife arasındaki garip akrabalığı keşfetmekteydim. Çünkü Pumblechook Amca ve yamağı fitilli kadife giymişlerdi. Nedendir bilmem, tohumların havasıyla kokusu fitilli kadifeye, fitilli kadifenin havasıyla kokusu da tohumlara öyle bir sinmişti ki ben hangisinin hangisi olduğunu ayırt edemiyordum. Kafam bu tür düşüncelerle dolu olduğu için biraz sonra Mr. Pumblechook'un işini, karşı kaldırımdaki semerciyi süzmek yoluyla yürüttüğünü fark ettim. Semerci de zanaatını, araba yapımcısını gözlemek yoluyla uygular gibiydi. Araba yapımcısına gelince, onun ekmeğini taştan çıkarma yöntemi, ellerini ceplerine sokup fırıncıyı gözlemekti. Fırıncı kollarını göğsünde kavuşturmuş, donuk gözlerle bakkala bakıyor, bakkalsa dükkân kapısında durmuş karşıki eczacıya doğru esniyordu. High Sokağı'nda zanaatıyla uğraşan tek kişi saatçiydi sanırım. O, büyüteç takılı gözünü küçücük masasından hiç ayırmıyor, iş gömleği giymiş köylülerden oluşan bir seyirci topluluğu da dükkânının önünden hiç eksik olmuyordu.

Mr. Pumblechook ile ben saat sekizde, dükkânın ardındaki odada kahvaltımızı ettik. Yamak, çay kupasıyla tereyağlı ekmeğini dükkânın önündeki bir bezelye çuvalının üstüne koymuş oradan yiyip içiyordu. Mr. Pumblechook'un arkadaşlığından hiç hoşnut kalmadım. Birincisi, o da ablam gibi beni açlıkla terbiye edip cezalandırmak gerektiğine inanmış olsa gerek ki ekmeğimin üzerine elinden geldiğince az tereyağı sürmüştü. Sütümün içine de öyle bol sıcak su karıştırmıştı ki hiç süt koymasaydı daha dürüstlük etmiş olurdu. Bu yetmezmiş gibi Mr. Pumblechook aritmetikten başka laf da etmiyordu. Daha ben, terbiyede kusur etmemek amacıyla, "Günaydın," der demez o şişinerek, "Yedi kere dokuz kaç eder bakayım?" diye sormuştu! Nasıl yanıtlayabilirdim, kuzum, böyle yapyabancı bir yerde aç karnına, bu yollu sıkıştırılınca? Karnım açlıktan zil çalıyordu, ama ben daha birinci lokmamı yutamadan Mr. Pumblechook kahvaltı boyunca sürüp giden bir toplama işlemine başladı:

"Yedi?.. Artı dört?.. Artı sekiz?.. Artı iki?.. Altı daha?.. Bir de on?.."

İki işlem arasında bir lokma, bir yudum yutabilmek için çırpınıyordum. Mr. Pumblechook ise rahatça koltuğuna kurulmuş, kafasını hiç çalıştırmadan, kusuruma bakmazsanız açgözlü, obur diyebileceğim bir iştahla domuz pastırmalı sıcak çörekleri tıkınıyordu.

Bütün bu nedenlerden ötürü saat on olup da Miss Havisham'ın evine gitmek üzere yola çıktığımız zaman sevindim. Ancak, bu hanımın karşısına çıktığımda ne yapacağımı kestiremediğim için tedirgindim. Bir çeyrek saat sonra Miss Havisham'ın evine geldik. Burası görünümüyle insanın içini karartan eski bir tuğla yapıydı. Kapısı bacası demir parmaklıklarla sarılıydı. Pencerelerden kimileri örülüp kapatılmıştı. Geri kalanların da alt yanlarına paslı demir parmaklıklar çekilmişti. Evin önünde bir avlu vardı; o da demir parmaklıkla çevriliydi. Bu yüzden çıngırağı çaldıktan sonra, birisi gelsin de kapıyı açsın diye bekledik. Bahçe kapısında beklediğimiz sırada ben içeriye şöyle bir göz attım. (O dakikada bile Mr. Pumblechook, "Artı on dört?" diye soruyordu ya, ben onu duymazlıktan geldim.) Evin yanında büyük bir bira fabrikası bulunduğunu gördüm. Fabrika işler durumda değildi, uzun zamandan beri işlemediği de anlaşılıyordu.

Büyük UmutlarWhere stories live. Discover now