XXXI

90 3 0
                                    


33

Kürklerle süslü yolculuk giysileri içinde Estella, benim gözlerime bile her zamankinden daha güzel göründü. Bana karşı da eskisinden çok daha neşeli ve yakındı. Bu değişiklikte Miss Havisham'ın etkisini okur gibi oldum.

Han avlusunda Estella bana bavullarını gösterdi. Her şey toparlandığı zaman, ondan başka her şeyi unutmuş olan ben, onun gideceği yeri bilmediğimi anımsadım.

Estella, "Richmond'a gidiyorum," dedi. "Bize tembihlendiğine göre iki tane Richmond varmış; biri Surrey' de, biri de Yorkshire'de. Benim gideceğim Surrey Richmond'muş. Yol on beş kilometre kadarmış. Bir payton kiralayacakmışım, beni siz götürecekmişsiniz. İşte para kesem. Giderlerimi bu paradan ödeyecekmişsiniz. Yok, alacaksınız keseyi, zorunlu bu. Başka çıkar yolumuz yok sizinle benim, buyruklara boyun eğmek dışında. Kendi içimizden gelenleri yapmakta özgür değiliz sizle ben."

Keseyi bana verirken gözlerimin içine bakmıştı. Sözlerinde gizli bir anlam olabileceğini umdum. Çünkü bunları şöyle bir dudak büküşüyle söylemişti, ama hoşnutsuzlukla değil.

"Paytonu çağırtmamız gerek, Estella. Burada dinlenir misiniz biraz?"

"Evet, biraz dinlenecekmişim burada. Bir bardak çay içecekmişim. Siz de bir süre bana göz kulak olacakmışsınız..."

Bu da ona tembihlenenlerden bir parçaymış gibi koluma girdi. Ömründe hiç böyle bir şey görmemiş gibi arabaya bakmakta olan garsona seslendim, bizi özel bir bekleme odasına götürmesini söyledim. Bunun üzerine garson hemen peçetesini çıkardı. Bu peçete onun bu binada yolunu bulabilmesi için zorunlu olan, sihirli değnek gibi bir şeydi sanki. Bunun yardımıyla bizi karanlık bir hücreye götürdü. Burada, her şeyi küçük gösteren –zaten hücrenin boyunu bosunu düşünürseniz hiç gereği olmayan bir ayna– ançüezli sos şişesi kimin olduğu belirsiz bir çift de terlik vardı.

Ben bu köşeciği beğenmeyince garson bu kez bizi içinde otuz kişilik bir yemek masası bulunan bir salona aldı. Ocaktaki kömür küllerinin yığıntısı altında yanık bir kitap yaprağı görünüyordu. Garson bu yangın kalıntısına şöyle bir bakıp başını salladıktan sonra istediklerimizi yazdı. Bunlar, "Hanımefendi için çay"dan ibaret olduğu için garson, büyük bir karamsarlık içinde dışarı çıktı.

Bu salonun havasında çorba için kaynatılan et suyuyla ahırların kokusu öyle belirginlikle birbirine karışmıştı ki insanın burnunun direği kırılıyordu. Bugün gibi anımsıyorum. İnsanın ister istemez, ahırdaki işlerin pek yolunda gitmediğini, han sahibinin kocayan atları lokanta bölümünde kullanılmak üzere kaynattığını düşünesi geliyordu... Gene de, Estella oradaydı ya, benim gözümde salonların en güzeliydi bu. Onunla bu salonda ömür boyu mutlu olabileceğimi düşünüyordum. (Oysa orada, o sırada, onun yanında hiç de mutlu olmadığımı bilmenizi isterim. Kendim de çok iyi biliyordum çünkü.)

"Ricmond'da nerede kalacaksınız?" diye sordum ona.

Estella, "Büyük bir para karşılığında bir hanımefendinin yanında kalacağım," diye yanıtladı. "Kendisinin geniş bir çevresi varmış. Beni de bu çevreye sokabilirmiş. Birçok kimseleri tanıtabilirmiş bana, beni de birçok kimselere. Daha doğrusu kendisi böyle söylüyor."

"Böyle bir değişiklik, gittiğiniz yerlerde herkesi hayran bırakmak hoşunuza gidecektir, değil mi?"

"Evet, öyle sanıyorum."

Öyle umursamaksızın konuşmuştu ki, "Kendinizden, bir başkasıymışsınız gibi söz ediyorsunuz," dedim.

Estella son derece tatlılıkla gülümseyerek, "Ya benim başkalarından nasıl söz ettiğimi siz nereden duydunuz ki?" diye sordu. "Kuzum, hadi, bana öğretmenlik etmeye kalkışmayın. Bırakın da canımın istediği gibi konuşayım. Mr. Pocket'le yaptığınız dersler nasıl gidiyor?"

Büyük UmutlarWhere stories live. Discover now