XVI

100 6 0
                                    


18

Joe'nun yanına çırak girişimin dördüncü yılında, bir cumartesi gecesiydi. Three Jolly Bargemen'ın ocağında yanan ateşin başında üç-beş kişi toplanmış, Mr. Wopsle'ın yüksek sesle okuduğu gazeteyi dinlemekteydiler. Bu üç-beş kişiden biri de bendim.

Son günlerde herkesi heyecana verip dillerde gezen bir cinayet işlenmişti; bu yüzden Mr. Wopsle şu sırada tepeden tırnağa kanlara bulanmış durumdaydı. Cinayetin tanımlanmasında kullanılan her sıfatı ballandıra ballandıra okuyor, kendini mahkemede dinlenen her tanığın yerine koyuyordu. Bir bakıyorsunuz, cinayet kurbanı ile birlikte, "Ah yandım!" diye inliyor, bir bakıyorsunuz, katille birlikte, "Al sana! Oh olsun!" diye böğürüyordu. Adliye doktorunun ifadesini okurken konuşmasını, hafif alaylı biçimde, bizim köyün hekimine benzetiyor, boğuşma seslerini duymuş olan yaşlı köprü bekçisinin rolünü oynarken öyle sarsak, öyle tiz bir kocamış adam sesiyle konuşuyor, kıpırdamakta öyle güçlük çekiyordu ki, dinleyende bu tanığın birkaç tahtası noksanmış gibi bir izlenim uyandırıyordu. Mr. Wopsle'ın okumasına bakarsanız sorgu yargıcı, Atinalı Timon olup çıkmıştı, mübaşir de Coriolanus. Mr. Wopsle'ın keyfine diyecek yoktu. Bizler de eğleniyorduk doğrusu, rahatımız yerinde, neşeliydik! Sıcacık ateşin başında, sırtımız pek, karnımız tok, dünyayla barışık, baş başa verdik, cinayetin önceden kararlaştırılarak kasıtla, soğukkanlılıkla işlenmiş olduğu kararına vardık.

İşte tam o sırada karşımdaki sıranın arkasında durmuş bizi seyreden yabancı bir beyefendi gözüme çarptı. Daha önce dikkatimi çekmemişti. Yüzünde dünyaya tepeden bakan bir ifade vardı; ocak başındaki topluluğu seyrederken elinin kocaman işaretparmağının yan tarafını kemirip duruyordu.

Cinayet havadisi okunup bittikten sonra yabancı adam Mr. Wopsle'a dönerek, "Pekâlâ, davayı kendi gönlünüze göre çözümlediniz, yanılmıyorsam?" diye sordu.

Herkes irkilerek ona baktı. Sanki karşılarındaki adam caninin ta kendisiydi. Yabancı herkesi buz gibi alaylı bakışlarla süzmekteydi.

"Sanığı suçlu buldunuz, değil mi?" diye sordu. "Hadi hadi, çekinmeden açık söyleyin."

Mr. Wopsle, "Beyefendi, gerçi sizinle tanışmak onuruna erişmiş değilsem de, evet, sanık suçludur, diyorum," diye karşılık verdi.

Bu sözler hepimize cesaret verdiğinden, bir ağızdan, "Öyle," gibilerden bir şeyler mırıldandık.

Yabancı, "Biliyorum, onu suçlu bulduğunuzu," dedi. "Önceden de kestirmiştim zaten. Yalnız şimdi size bir soru soracağım. İngiltere yasalarına göre bir sanık suçu sabit oluncaya, ispatlanıncaya dek suçsuz sayılır. Bunu biliyor muydunuz, yoksa bilmiyor muydunuz?"

Mr. Wopsle, "Efendim," diye söze başladı, "bir İngiliz vatandaşı olarak ben... kendim..."

Yabancı, işaretparmağını Mr. Wopsle'a doğru uzatıp, "Hadi hadi, kaçamak yok. Ya biliyorsunuz ya da bilmiyorsunuz. Hangisi?" diye sordu.

Gövdesini bir yana, kafasını karşı yana eğmiş, karşısındakini sorgulayarak sıkıştırıp tepelemeye hazır bir duruşu vardı. İşaretparmağını, damga vururcasına Mr. Wopsle'a uzattı, sonra gene kemirmeye girişti.

"Açık konuşun!" dedi. "Biliyor musunuz, yoksa bilmiyor musunuz?"

"Elbette biliyorum," dedi Mr. Wopsle.

"Elbette biliyorsunuz. Güzel ama neden başlangıçta açıklamadınız bunu? Şimdi size bir soru daha soracağım." Yabancı adam en doğal hakkını kullanırmışçasına Mr. Wopsle'a el koymuştu. "Peki, ya bu tanıklardan hiçbirinin henüz karşı tarafın avukatı tarafından sorguya çekilmediklerini biliyor musunuz?"

Büyük UmutlarWhere stories live. Discover now